Zenginin oyuncağı olmuş Türk futbolunda zenginin fikri sığlığının sahaya yansımalarını izliyoruz. Benim futbolla tanıştığım çocukluk yıllarımın yarı amatör yarı profesyonel anlayışı kalmadı. Her takım deneyimledi Türkiye tarzı profesyonelleşmeyi. Bizim için bu geçiş Süleyman Seba’nın gidişi ile başladı. O gidişle beraber takımı kolej havası ve arkadaşlık üzerinden tanımlamayı bıraktık. Bastırırım parayı alırımcılar, Beşiktaş büyük kulüptür vasata tamah etmezciler kulübü bastı. Geleceğe yatırım yapmak, yapılanmak, vs. anılmaz oldu. Fikret Orman bir ikinci bahar gibi bir kez daha planlamayı hatırlattı bize (toplam 5-6 sene) ama sürdüremedi. Sonradan gelenler o çarpık profesyonelleşme içerisinde yapılanma ve gençleşme gibi kavramları yalnızca seçim vaatleri olarak kullandılar. Ne kendileri inandı bu kavramlara ya da inandılarsa da sürdüremediler.
Ama bu anlayış şunu hiç göremedi. Zenginlikle sorun çözülecekse sistemin senden daha zengin aktörleri seni hep yenecektir. Bu yanlışlanamaz bir önerme. O daha zenginler, siyasete de daha yakın olacaktır, fırsatlara da. 100 milyon küsur Euroluk maliyetli tek bir adam alacaktır mesela. Biliyoruz bunu. Bu dümeninin suyu nereden geliyor diye sorulmadığından (bir ara financial fair play falan deniyordu o da kalmadı) farklı bir pencere açmak, farklı bir yol izlemek gerekiyor kısaca. Dönem dönem denedik bunu yabancılar üzerinden İsmail, Santos, Covanni, Solksyaer. Ama fikri sığ zenginlerimiz yapılanma ve geleceğe yatırımın senelerce süreceğini anlamadığından bu projelerden hemen vazgeçtik. Biz de saçtık savurduk paraları. Göztepe ve Samsun’un çok gerisindeyiz bir bina inşa etme anlamında. Ne inanıyoruz, ne uyguluyoruz bunu.
Geldiğimiz noktada teknik adam kırmızı kartla oyundan atıldığında onun yerine kenarda dikilenler (ilk yarı başka ikinci yarı başka birisi) şu durumumuzu ne güzel anlatıyor. Sudan çıkmış balık gibi kalan, mahalleden toplanıp sahaya getirilmiş gibi duran tipler. Kim bunlar? Bize Sergen Yalçın’ı (veya bir diğer futbol dehası Şenol Güneş’i) yapılanacağız diye getirenler niye bize yapılanmanın nasıl olacağını, kimlerin hangi görevde olduğunu, yapılanmanın hangi aşamalardan geçeceğini anlatmıyor. Çünkü yok bir yapılanma. Yazık, küçülüyoruz, bitiyoruz. Maçı anlatan spiker Beşiktaş’ın golünü Fenerin girdiği sıradan bir pozisyon kadar şevkle anlatmıyor. Gol atıyoruz sahada sönük bir taraftar coşkusu. Muhabirler akbaba gibi tesislerde dışarıya duyumcu kariyerlerini besleyecekleri haberler sızdırıyorlar. Muhtemelen borcuyla harcıyla batık durumda bir kulüp ekonomisi. Teknik direktör hiçbir işi kalmamış gibi dışarıya içerinin maaşlı çalışanlarını ve oyuncularını kötülüyor. Başkanı Aspora konuşuyor. Daha bir sürü şey. Ve küçülüyoruz, kayboluyoruz, en acısı bu. Herkes biliyor küçüldüğümüzü, meşrebince et koparıyor yağmadan.
Yapılması gerekene bir kez daha dönmek lazım. Bu taraftarından, futbolcusuna, yöneticisinden çalışanına herkesi yeni bir plan etrafında inançla bir araya getirmek. Bir ideal yaratabilmek. Kızılcık şerbeti içip kan kusarak yıllar geçirmek. Sonunda yine başarısız olunacaksa da denedim diyebilmek. Ki her şeyin böylesine plansız olduğu bir ülkede rollerin tanımlandığı, hedeflerin belirlendiği bir plana sadakatin başarısız olması mümkün değil. İnancım, medyadan gelen her türden tazyiğe kulaklarını kapatan doğru bir profesyonel yönetici kadrosu ile idare edilecek paraya dayanmayan (parayı değil fikri ve fikre sadakati merkeze alan) bir sürecin bizi tekrar büyüteceği ve ayağa kaldıracağı yönünde.
Sergen o kişi değil. Hepimiz biliyoruz bunu. Bir tur daha Şenol deneriz büyük ihtimal. Bir veya iki sezon da öyle gider. Sonra yapılanma konusunda ünlü bir teknik adama gidip onun ve onun üstündeki eğitimli profesyonellerin izinde yürümeliyiz.
GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin