Ennio Morricone’nin o benzersiz tema müzikleri olmasa da Ünlü yönetmen Sergio Leone’nin sinema tarihine silinmez damga vurmuş Dolar Üçlemesi (Bir Avuç Dolar, Birkaç Dolar İçin, İyi Kötü ve Çirkin) yine muhteşem birer yapım olarak kalırlardı, mutlaka.
Hele de üçlünün son filmi olan İyi Kötü ve Çirkin’in finalindeki “Mezarlıkta Düello” sahnesi, en ikonik planlarından biri olarak alırdı elbette tarihteki yerini.
Clint Eastwood’un sakin, soğukkanlı ve kendinden emin duruşu, bakışları..
Lee Van Cleef’in yine son derece kendinden emin ve fakat sinsi, düzenbaz, her an bir kahpelik yapmaya hazır alçak tavrı..
Eli Wallach’ın aradıkları gömüden payına düşeni aldıktan sonra kuyruğu bacaklarının arasına sıkıştırıp arkasına bakmadan topuklamaya dünden razı ve fakat adamı saniyesinde götürmeye hazır son derece tehlikeli ve yırtıcı iki rakibi rakibi karşısındaki korkusuyla, çaresiz bakışlarıyla..
Ama kendilerine eşlik eden, renk ve ruh katan; bir noktadan sonra onlarla ayrılmaz bir bütün haline gelen jenerik müzikleri olmasa şu anda oldukları kadar özel bir yer alırlar mıydı belleğimizde ve yüreğimizde?..
Bilinmez..
Nino Rota ve Carmine Coppola’nın birlikte kotardıkları, mafya dendiğinde akla ilk gelen şiddet, kavga, kan, kin, intikamdan çok başka bir yöne işaret ederek akıp giden o melankolik müziği olmasa yine yakalar mıydı bizi Francis Ford Coppola’nın Godfather’ı?..
Francis Lai’in filmin tüm trajedisini neredeyse tek başına sırtına vuran o müthiş notaları olmasa, Ali McGraw ve Ryan O’Neal’ın kısacık süren muhteşem ama sonu gelmeyen büyük aşklarını anlatan The Love Story bunca yıl sonra bile anımsanır mıydı hala?.
Crosby Stills Nash & Young’ın Teach Your Children’ı olmasa, Melody adlı basit bir gençlik filmi ses getirebilir miydi, o güzelim 70’li yıllarda?
Simon & Garfunkel’ın artık birer klasik haline gelmiş Mrs Robinson ve (hele de) The Sound Of Silence’ı olmasa genç bir delikanlının erkek olmaya doğru ilk adımı, orta yaşın sonlarına doğru yaklaşmış saygın bir komşusuyla yaşadığı aşkla atmasının anlatıldığı The Graduate etkiler miydi izleyiciyi, o yıllarda?..
Başarılı olmak için tek başına konusu ve Jean Gabin, Lino Ventura, Alain Delon gibi en baba aktörlerden oluşan kadrosu yetecek olsa da ilaveten Büyük Ustalar Çarşısındaki yerini çoktan ve hakkıyla almış Ennio Morricone’nin o ikonik Tema Müziği olmasa, hala hatırlanabilir miydi bizde Sicilyalılar Çetesi adıyla gösterime girmiş olan The Sicilian Clan?..
Örnekleri çoğaltmak fazlasıyla mümkün olmakla birlikte işi tadında bırakmak maksadıyla son ve Sverisson namıyla maruf kardeşiniz için unutulması mümkünsüz bir başyapıtla bitirelim.
Richard Strauss’un “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı eserinin o sarsıcı, vurucu, silkeleyen; filmin temasına son derece uygun olarak insanı bulunduğu yerden alıp adeta kozmik bir boyuta taşıyan giriş notaları, Güneşin Ayın ve Dünyanın hizalandığı, sinema tarihinin o en ikonik açılış sahnesine eşlik etmeseydi eğer, izleyiciyi koltuğundan alıp akla hayale sığmaz büyüklükteki evrenin kapılarının önüne getiren Kubrick Ustanın -o tüm zamanların en muhteşem yapıtlarının başlarındaki değişmez yerine yerleşmiş- filmi 2001: A Space Odyssey bu denli unutulmaz olabilir miydi?
Kim bilebilir?..
Müzikle Sinema –ve güncel zaman itibariyle diziler- arasında ayrılmaz ve her iki tarafın da bu birliktelikten ziyadesiyle fayda bulduğu simbiyotik bir ilişkinin mevcudiyeti mutlak bir gerçektir.
Bunu biliyoruz.
Bu çerçevede, dizi sektöründe de yukarıda bahsedilen film ve müzik birlikteliklerinin unutulmaz eşleşmelerinin varlığını görüyoruz.
Game Of Thrones’un her bölümünün başında yer alan, insanı Kuzeyin soğuğundan alıp Kralın Ülkesine, Oradan Duvar’a ve daha ötesindeki donmuş topraklara, yahut En güneydeki çöl diyarına sürükleyen o epik jenerik müziğinin diziyi izlenir kılmasındaki rolü tartışılabilir mi?
Aynı şekilde Matthew McConaughey ve Woody Harrelson’un baş rollerinde döktürdüğü True Detective’in akıllarda yer etmesinde filmin gizemli ve alacakaranlık havasına vurgu yapan jenerik müziğinin katkısı yadsınabilir mi?
Yahut Vikinglerin öyküsünün anlatıldığı dizinin kahramanlık temasına vurgu yapan destansı jenerik müziğini unutmak mümkün müdür?..
“Hayırdır Sveri?.. Ne oldu da yükseldin böyle?.. Nedir bu filmler, diziler, müzikler?.” derseniz, bi’ şey olmadı.
Yalnızca önceki yıl şöyle bir ucundan başlayıp, sonra –nedense- devamını getir(e)mediğim The Last Of Us adlı diziye başladım tekrar, ilk sezonun ilk bölümünden. Yani en baştan.
İşte orada, jenerikte akan kısık ürkek boğuk, tek vuruşlu notaları; izleyeni gelecekteki muhtemel ve fakat kurgusal bir distopik dünyaya, insanlığın toplu yıkım günlerine taşıyan hüzünlü ve kırılgan giriş müziğini duyunca esiverdi işte böyle, birden..
Sevgilerimle, Saygılarımla..
Not: Yok hayır Çağrı’yı, Doktor Jivago’yu, Jade’i ve Last Temptation Of Christ’i unutmadım..
Süper yorumlar.
Dizi önerilerim son zamanlarda…
* 1923
* The day of jackal
👍🙂🤍
The last of us
da güzel ilerliyor…
Star wars evrenine meraklı isen
Andor u da onerebilirim.
Sverisson kardeşinin(kardeş mi?🤔🥴🤐) içinden ulu ortz yürümediği sokak, önünden geçmediği ev, ipinden çekip açmaya yeltenmediği kapı olabilir mi sence @soners beyciğim?
Andor’a başladım. İlk birkaç sahnesini de izledim.
Lakin, ben garip kendimin bir kırık kaşık bulsa içecek çorbası, vakit bulsa yapacak çok işi olmasına rağmen -ah işte- o bulma meselesine kadar gelip orada tıkanıyor olması hasebiyle devamını getiremedim.
Fakat beis yok.
Caht etmişim bir kere.
Şu güzelim ışıklı dünyadan elimi eteğimi namusumla çekip, diğer aleme yürümeden önce inşallah bir dolu kitap okuyacak, film izleyecek, müzik dinleyecek;
olabildiğince yere seyahat edeceğim.
Umarım..
🙂🤍👍
Ustad, dokturmussun yine 🙂 hislerine saglik :))
🤍🤍🤍🤍🤍
Güzel sözlerin için teşekkürler @aussie..
Bu vesileyle söyleyeyim bari: Rüyamda gördüm seni dün gece, biliyor musun..
Hatırladığım kadarıyla @ferme‘nin düzenlediği bir toplantıya gidiyorduk bizim yoldaşla birlikte.
Ferme, her zamanki gibi akla hayale sığmaz güzellikte su gibi akıp giden(🤔🙄😂🥰🍻) bir program yapmış.
Yol boyu şeytanın aklına düşmeyecek hatalar, kazalar, aksilikler olmadı çok şükür(🤣😅🙄😂)
Neyse ki nihayetinde kazasız belasız, bir bütün halinde(😐😕😶) vardık gideceğimiz yere..
Gecenin ileri bir vaktiydi.
Ferme önden girdi içeri.
Ben, her nedense, bir 10 dk filan sonra..
Rembrant’ın tabloları gibi az ışıklı, bildiğin karanlık mekanda Ferme’nin yanında 2 kişi daha vardı.
Biri bizim @deliziya,
Diğeri sen..
Kimsenin bir şey soylememesine rağme Ziya hocam tanıdı beni..
Hafif mayhoş, adeta nemrut bir yüz ifadesiyle sarıldık, kucaklaştık.
Ben çok sıcaktım, Ziya biraz mesafeli..
Genellikle tam tersi olur oysa, aslında🤔🙄
Sen çok sevindin, karşılaştığımızda.
Gülümseyerek sarıldık, kucaklaştık,
Çok genç görünüyordun.
Omuzlarına varmayan, ama uzun, kıvırcık saçların vardı..
🙂😎👍🥰🤍
🫶🍾🥂❤️🙏