içinde

Bir Palyaço Hikayesi..

Geçenlerde üniversiteden arkadaşlarla yıllar sonra bir araya geldik. Araya geniş zamanın girdiği tüm buluşmalarda tahmin edebileceğiniz gibi yalnızca keyifli anılar dile getirilir, sadece o anlar hatırlanır.. Mesela kahvaltı hazırlamamak ya da ekmek almaya gitmemek için öküz gibi yatıp uyuyan, kahvaltı hazırlanır hazırlanmaz yüzünü yıkamadan baş köşeye çöreklenen çakallar hatırlanmaz..

Başkaları için keyifli, benim için çok hüzünlü bir hikaye anlatacağım size..

Üniversite 1. sınıfındayız. Farklı bir şehir, farklı insanlara adapte olmanın en zor olduğu yaşlardayız. Şansım odur ki, sınıfımızda adaptasyon sürecini bir hayli kısaltan güzel çocuklar vardı. Çelimsiz bedenler ve şaşkın gözlerle adım attığımız fakültede yavaş yavaş büyüyor ve gelişiyorduk. Bir kaç ayı geçmeden çok keyifli, harika bir grup bile oluşturmuştuk.

Sınıfımızdan da iki kız var grubumuzda. Selin ve Perihan.. İkisi de pek güzel, pek kafa dengi kızlardı. Kalabalık grupta kim hangisine yol yapıyor bilen yok. Hatta haddimizi o kadar bilmiyoruz ki, kulislerde birbirimize paslıyoruz kızları. Yok abi senin olsun.. Yok abi ben o işlere girmem.. Sanki kızlar hazırda bekliyor.. Te Allahım..

Uzatmayayım efendim. Kantinde arkadaş grubuyla oturuyoruz bir öğlen. İçeriye iki tane palyaço girdi. Bir şeyin tanıtımını yapacaklar. Biri irice, diğeri tıfıl daha.. Bendeniz de biraz cahillik, biraz toyluk, yoğun da çocukluk marifetiyle ekmeğinin peşindeki çocuklara ”Birader evlere de geliyor musunuz?” diye soruverdim. Ağzımdan çıktığı anda yediğim haltı anladım ama ağzımdan çıkanları geri almak mümkün olmadı. Ben vicdan azabı çekerken baktım ki masadaki herkes makarasında. Herkes gülüyor. Kendi kendime evham yaptığımı düşünürken, palyaçolardan irice olanı çok sevecen bir ifadeyle kantinin dışına davet etti beni. Ben de gülümseme ve aynı sevecenlikle dışarı çıktım. 

Kapıya doğru yürürken ”Dövecek değil ya” dediğimi hatırlıyorum kendi kendime. O ara vücut da çalışıyorum. Gençlik de var.. ”Demiri bükerim baba ne dayak yemesi” diye de ekliyorum..

Kapının önünde palyaçonun sınıfları dolaştığını gördüm. En sonunda 10 metre ilerdeki bir sınıfın önünde durdu, beni de oraya çağırdı. Ne olur ne olmaz diye bizim çocuklar da kıpırdanmaya başladı..

Sınıfa bir girdim ki ders mers yok. Sınıf boş. Anladım ki boş sınıf arıyormuş.. Ben daha kapıdan içeriye adım atmadan bir kaç tane şamar yedim. Sonra tuttu beni öğretmen masasının önüne fırlattı. Masanın önüne kadar uçtum yeminle. Burnunu çıkarıp masanın üstüne koymaya çalıştı. Baktı masanın üstünde durmuyor, öğrenci sırasının birine gitti, kalem konan yere itinayla yerleştirdi. Ben de herifi izliyorum sükunetle. Sonra geldi yanıma. Hayatta hiç görmediğim bir yumruk şekliyle (yarım yumruk, yarım şamar) beni paspasa çevirdi. Bırak hamle yapmayı, iki kelime edemiyorum aga. Makinalı gibi işliyor kansız. Yüzünde gülümseme makyajı olduğundan ifadesini de okuyamıyorum. Ne kadar öfkeli olursa olsun hep gülüyor. Bir yandan gülüyor, bir yandan dilini ısırıp çakıyor.. Efendim ben daha fazla dayanamadım, bayılıvermişim. Kapı kapalı olduğundan bizim hödükler okulun dışına çıktığımızı sanıp dışarıda aramışlar bizi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Gözümü bir açtım ki, palyaço elinde suyla beni ayıltmaya çalışıyor. Burnunu yerine takmış. Orada takdir ettim adamı. Hem şova kaçmadan gizli saklı dövdü, hem de anne şefkatiyle uyandırdı beni..

Bununla beraber zihnimde ördüğüm bütün duvarlar yıkıldı. Ben palyaçoları palyaço olarak doğup gelişen, dans ederek insanları neşelendiren sonra bir kuytuya çöküp yalnızlıktan ağlayan mahlukatlar olarak biliyordum. Ana avrat söven palyaço mu olur lan?

Kafam zonklayarak uyanınca ağzından şu talihsiz sözler döküldü herifin. ” Bak güzel kardeşim. Ben üniversitenin ragbi takımındayım. Ekmek parası için şekilden şekle giriyorum. Langır lungur konuştun, ben de cezanı kestim. Bir daha ortamlarda adam gibi konuşursun artık. Burada olanlar da burada kalsın. İşimden gücümden olursam s.kerim seni” 

Belki ben uyurken onu da yapmıştır, emin değilim. Ben de mağrur bir ifadeyle ”Tamam Abi” dedim. Kanayan burnumu temizleyip aşağıdaki güvenliklere koştum. Koşarken bedenimi 250 kilo hissediyorum. Gözlerim Ecevit gibi seğiriyor.. Halimi gören görevliler panikle ne oldu sana diye sordular. Kantine giren palyaço dövdü beni dedim. Bak Allah canımı alsın güvenliğin birisi gülerken burnundan sümük attı, elindeki çayı ayağına döktü. Herif bir yandan ayakkabısını çıkarmaya çalışıyor, bir yandan göbeğini hoplatarak gülüyor. Dedim bana buradan ekmek çıkmayacak. Daha fazla bu rezilliği dillendirip reklam olmayayım. Daha sonra bu mevzuya 4 sene gülen hergelelerle uğraştım..

Bu bir dayak yeme hikayesidir. Ragbici bir palyaçonun tele-tabi dansı eşliğinde ağzımı burnumu kırma olayıdır. O günden bu yana palyaçolardan korkarım. Geçen evde çocuklar palyaçolu bir korku filmi izliyorlarmış. İçeri girdiğimde kanalizasyon boşluğundan çıkan korkunç palyaço figürünü görünce içim geçiverdi, az daha yere düşüyordum.. 

Bu yazdıklarım olayın benim adıma kötü tarafıydı. İyi tarafı da var. O dayaktan mütevellit, o gün Selin’le arkadaşlığın birkaç adım ötesine geçtik :))

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin

  1. Baş kısmı porselenden, vücudu bez, salıncakta oturan bir palyaço figürü vardı ilk evlendiğim sıralarda. Hatuna Almanya’daki kuzeni hediye diye getirmiş heralde. Bunu tam oturma odası kapısının önüne asmıştı idi. Gelip geçerken kafama falan çarpıyor, olur olmaz gözüm takılıyor ki zaten oldum olası sevmem palyacolari… korkutucu bulurdum. Kim bilir, belki de bahsettiğin filmin -ortaokulda beni epeyce etkileyen- Stephan King’in hastalıklı zihninden çıkan “O” adlı kitabından dolayıdır….

    Her neyse, ben söyleniyorum habire “kaldır şunu” falan diye. Yeni evliyiz yahu! Hatun daha huyumuzu suyumuzu tam bilmiyor tabii! Alışma evresi diyeyim. Sert yapıyorum ha bide! “Sevmiyorum” diyorum, “gereksiz göz yoruyor orda” falan diyorum; “korkuyorum ulan!” diyemiyorum ki! Hatunum muhtemelen o zamanlar aklından geçiriyordu, “ohoo bunla işimiz var ha!” veya “eyvah! Bu böyle her boka maydonoz mu acaba?” diye….

    Arkadaş, gece su içmeye kalkıyorum; gece lambasının parlattığı gözleri üstümde! Rüzgar eser, asıldığı kapının üstünde fırıl fırıl döner huylandırır. 30 santim civarı boyu var, türlü türlü huyu var! O da benden rahatsız galiba, benle uğraşıyor piç! Gözü hep üstümde! Geceleri uyuyamıyorum bak, gözüm kapıda; sanki kalkıp gelecek! Çirkin bir şey yahu! Gel de hatuna anlat! Bayılıyor, ona göre dünyanın en güzel şeyi!

    Dedim bu böyle gitmez!

    Sevgili karıcığım bir gün rahmetli kayinvalideye gidiyor ziyarete. Hah! İşte fırsat! Gözüme kenarda duran saplı fırça ilişiyor. Usulca çevirerek sapını çıkarıyorum şeytani bir ifade takınarak. Gürgen tahtayı bir beyzbol sopasıymışcasına tutuyorum! O esnada esen hafif rüzgar bu fırıldağı döndürüyor bana. Gözgöze gelip bakışıyoruz bir süre. Yapsam mı yapmasam mi bir ikircikte kalıyorum. Ama nasıl rahatsızlık verici ucubesin sen! Sırtım buz gibi tere batarken “ya sen ya ben oğlum!” diye yapıştırıyorum sopayı yaradana sığınıp!

    O porselen baş büyük bir patlamayla tuz-buz oluyor yere düşmesiyle. Salıncaktaki gövde sallanmaya devam ediyor kapıda….

    Evden çıkıp Hatunu almaya giderken üstümde garip bir rahatlama var, yeğnimiş hissediyorum. Bir şeyden haberim yokmuş gibi eve döndüğümüzde hatunun delici bakışı azıcık tedirginliğe neden olsa da sulardan serinim! Ne bileyim ben! Rüzgardan falan düşmüştür belki! Garibim üzüldü bayaa ama benden şüphe etmedi(?) … tüm hole dağılmış porselen parçalarını birlikte toplarken zerrece pişmanlık duymadım! İnsanlığıma sağlık! Düşmanımı bertaraf etmiştim!

    Salıncakta uzunca bir süre başsız olarak sallanmaya devam eden palyaço bile keyfimi kaçıramayacaktı artık!

    Adam olsundu!

    ……

    (Aramızda kalır değil mi? ??)

    *** Serdarım bu hikayenle alçak bir tarafımı açığa çıkarttırdığın için teşekkür ediyorum:))) aklıma geldi, sağlam bir dayak yeme mevzusu bende de var; anlatırım bir ara:)) ??

    Harikasın! ???????

  2. Zaten, eski tabirle manik-depresif, ahir zaman söylemiyle Bipolar Kişilik Bozukluğu Sendromuna benzer emareler sergilemeye meyyal bir hale doğru yelken açmış,
    Enva-i çeşit ruhsal sıkıntılar yaşamakta olan herifin tekiyim,
    hele de şu son yıllarda,

    Biraz da o nedenledir belki, sağım solum pek belli olmuyor..
    Hangi olaya nasıl bir tepki vereceğimi ben bile kestiremiyorum, çoğu kere..
    O nedenle sürç-ü lisan eder isem şayet, peşin peşin affınızı dilerim hepinizin..


    Bankaya gitmem gerekti, bugün..
    Öğlen vakti neredeyse, saat 11 suları..
    Şubeye vardım, iğne atsan yere düşmez durumda, ana-baba günü, tıklım tıkış..
    Malum, emeklilere promosyon mevzuu var ortada,
    Eh, ne yapsın garibanlar, haklılar..

    Kafamı uzatıp, aradan, tanıdık güvenliğe sordum:
    * Promosyon değil işlemim, para yatıracağım.. Benim de beklemem gerekiyor mu?..
    * Maalesef abi..

    E, peki.. Ne yapalım?..
    Ben de ana caddedekine değil, bir alt sokaktaki şubeye giderim o zaman..
    Geçende de gitmiştim, makul bir dolulukla çalışıyorlar..

    Alt geçitten geçip yolun karşısına ve sonra meydanı boylu boyunca yürüyüp vardım, diğer şubeye..
    Orası da kalabalık..

    Ama buradaki fark şu: Kapıda kuyruk yok..
    Otomattan sıra no’su alıp bekliyorsun..
    E, benim de (özelim ya) sıra önceliğim olduğu için öğlen paydosuna varmadan bitiririm işimi..
    Süper..

    Beklerken açtım telefonu, kurcalıyorum, herkesler gibi..
    Sosyal medya, gazeteler, gelen mailler filan..

    Sıkıldım sonra, attım hepsini bir kenara, Foruma girdim..
    Yazıları okuyorum.

    Baktım, Serdar Hocamın yazısı, ah ne güzel..
    Başladım okumaya, her zamanki gibi, harika..
    “Palyaçoyla beraber dışarı çıkma” kısmında numaram yandı..
    Gittim, işimi gördüm, bankadan çıktım..
    Dışarısı nasıl sıcak..
    Alev ateş yanıyor,
    Üstüne üstlük, deli dehşet bir nem var..

    Kentin merkezini ağır adımlarla geçip yukarıya, işyerime doğru yürüdüm..
    Sıcak,
    artı yokuş,
    artı nem..
    Kan ter içinde kaldım..

    İşyerimde koltuğuma oturdum.
    Klimayı açtım.
    Telefonu bir kenara koyup bilgisayardan girdim Foruma,
    Okumaya başladım hikayenin devamını.

    Ve allak bullak oldum..

    Dengem bozuldu,
    dünyam değişti,
    kulaklarım uğuldadı,
    yüzüme kan hücum etti..

    Şayet şu herifle olay sonrasında oluşan bir yakınlığınız, dostluğunuz, arkadaşlığınız, akrabalığınız varsa kusuruma bakmayasın lütfen Serdar Hocam ama,
    Ben o (haşa huzurdan) dalya**ğın ana**nı, avra**nı, so**nu, so**nu, gelmi**ni, geçmi**ni, kız**ı kısr**ını, sülale**ni si*****

    Ne olmuş ulan?..
    Nedir mesele yani?
    Ne demişsin de o türden bir harekete kalkışmış bu hıyar oğlu hıyar?..

    Ve üstelik, “Benimle konuşacak herhalde..” diyerek insanca peşine takılıp gelen genç bir çocuğa öylesine bir tepki vermiş..
    Hatta tepkiyi bırak, düpedüz pusuya düşürmüş..

    Erkek gibi “Çık ulan ortaya..” dese iyi kötü, az ya da çok karşılık verebilirdin..
    Belki 10 tane o ama 5 de sen sallardın..
    Mertçe bir dövüş olurdu bari..

    Ne olmuş peki?..
    Neymiş mesele?..
    Gencin biri “Evlere de geliyor musunuz?..” dedi diye üzülmüş, kırılmış..

    Ragbi takımındaymış da,
    Ekmek parası için palyaçoluk yapıyormuş..

    O kibrinde boğulursun ya da şimdiye kadar boğulmuşsundur sen inşallah, adi köpek..

    O para senin g**üne girsin, pe**venk..
    Palyaçoluk filan yapmıyorsun, zaten ruhun palyaçoymuş senin, adi herif..

    Çekersin kenara,
    “Birader, sana şaka gibi geliyor ama, bak ben kırıldım bu sözüne.. Bana da ve aslında kimseye de yapma böyle şeyler..” filan dersin..

    Dünyada bu cümleleri anlamayacak,
    üzülüp utanıp özür dilemeyecek tek bir Allah’ın kulu olamaz hocam..

    Ha, sen bunu söyledin, karşındaki anlamadı, aksine terbiyesizliği arttırdı, el yükseltti..
    O zaman göster rugby takımından gelen gücünü..

    Alçak oğlu alçak, şerefsiz oğlu şerefsiz herif, yılların ve mesafelerin ötesinden (senden çok benim) o kadar canımı yaktı ki, anlatamam sana hocam..

    Belki garip karşılayacaksın, bilemem..
    “Yahu, olmuş bitmiş bir şeydi.. Anlatıverdim işte..
    Neden bu ölçüde bir tepki gösterdi ki şimdi bu?..” filan diyeceksin ama, inan bana, sana gelmiş olan her bir darbeyi ruhumda hissettim ben..

    “Ulan anlattığıma anlatacağıma pişman ettin beni be adam..” demezsin umarım hocam..
    Anlatması sendendi, duygularımı düşüncelerimi dile getirmekse benden..

    Kendimden çok sevdiğim, “Ters bir laf edip de kalbini kırar mıyım acaba?..” diye 10 düşünüp 1 yazdığım dostlarımdan birine yapılmış böyle bir hareket çok örseledi beni..

    Erkeğiz biz, hepimizin başından bu ve benzeri olay(lar) geçmiştir belki..
    İşin o kısmına diyecek laf yok..

    Ve tekrar ediyorum,
    mertçe bir dövüş olsaydı şayet,
    Sonu aynen bu şekilde de bitse,
    Yine çok üzülür, ama daha bir kabul edebilirdim(!!) belki..

    Ama, yine de, işte,
    Ne bileyim..

    (Anlatmayın bana böyle şeyler kardeşim..
    Kaç gün boyunca kafamda döner durur şimdi bu..)