içinde

Bir Sevda Şiiri Üzerine..

Kurudu sanki Forum..

Ne eski tüfeklerden bir ses var, ne yeni yetmelerden bir nefes.

Tık yok..

Açıyorsun sayfayı, bakıyorsun, manzara hep aynı..

Zaman donmuş sanki, yürümüyor..

İyi ama, olmaz böyle..

Küçücük bir deneme bırakayım şuraya da hareket olsun bari..

*****

*****

Şimdi açsam pencereyi beklesem,
Sen gelsen.

Olmaz ya;
Hani geliversen.

Hiç bir şey sormasan,
Hiç bir şey söylemesem.

Sussam.
Sussan.
Sussak.

Susuşların anlattığını dinlesek.

Sırt sırta otursak,
Katılasıya ağlasak,
Sormasak birbirimize sebebini.

Sarılsam.
Sarılsan.
Sarılsak.

Ve yine hiç bir şey konuşmasak.

Ama anlasak.

Ne vardı sahi?
Olmaz ya;
Hayal ya;
Hani diyorum, olsa ne vardı?

Cemal Süreya

*****

*****

Dışı beyaz badanalı, tek katlı, alçak tavanlı bir evdir.

Küçük; ama gerçekten küçücük, hatta minicik bir bahçe içindedir.

Üzerindeki ters U şeklinde basit tutacak kaldırılarak açılan parmaklıklı demir kapıyla ayrılmaktadır yoldan.

Bahçe kapısından girdikten sonra, garip bir biçimde, iki basamak inilir.

Bahçeyi tam ortadan ikiye bölen, yıllar boyu yağmur güneş göre göre üstü neredeyse yosun tutmuş 15’e 15 karo mozaik döşeli yolda üç adım atıldıktan sonra, bu kez dökme mozaikten üç basamakla çıkılarak giriş kapısının sahanlığına varılır.

Kapının üst tarafında eski usul top ampul; kenarda duvarda, şimdilerde arasan bulamayacağın kadar eski model ucuz plastikten yapılma, düğmesi soluk turuncu tek bir zil butonu vardır.

Aslında pencereden geleni görmüş, ama kala kalmışsındır öylece, olduğun yerde.

Zil çaldığında kendine gelirsin, adeta o anda uyanmış gibi, sanki.

Adımların dolanarak, telaşla, koşarcasına gider, açarsın kapıyı.

Evin girişinde geniş, neredeyse iki oda büyüklüğünde, zemini yine dökme mozaik, üzeri muşamba kaplı taşlık vardır. Girişe göre solda, ilkinde oturduğun, diğerinde yattığın iki oda; sağ tarafta salon büyüklüğünde bir mutfak ve oldukça büyük, bir o kadar da karanlık banyo.

İki oda büyüklüğündeki giriş holünün ortasındaki -çok az ve koyu sarı ışık veren- çıplak lambanın cılız aydınlığında; karanlığa daha yakın duran sepya fotoğraf tadındaki loş ortamda öylece durmuş sana bakmaktadır, beklediğin kadın.

Üzerinde Kırmızı manto, başında siyah, kenarları düz bir şapka vardır.

Çizmeleri ve -mantosunu çıkardığında oldukça uzun olduğunu göreceğin- deri eldivenleri de siyahtır.

Seninse üzerinde, koyu gri kadife pantolon, açık gri gömlek ve devetüyü rengi kolsuz bir yelek vardır.

Durur, öylece bakarsın O’na.

Çok güzeldir.

Ve olduğundan çok daha güzel görünmektedir elbette sana.

Hayranlık uyandıran bu güzellik ve şıklık karşısında çok kılıksız hissedersin kendini, hasretle beklediğin kadının önünde.

Yetersiz ışık altında dahi ışıldayan o güzelim yüzü, omuzlarına doğru çağlayarak akan gür, koyu-kahve saçları ve loşlukta bile parıldayan gözleriyle karşında durmakta, hiç konuşmadan bakmaktadır sana.

Sessizce, beceriksiz bir el hareketiyle davet edersin içeriye, soldaki ilk odaya.

Mevsim kıştır.

Arada kabarıp gürüldese ve öyle olduğunda isle kararmış camından dışarı vuran alevlerin aydınlığı odanın duvarlarında oynaşarak insanın içini daha da ısıtsa da sonrasında hemen yatışıp rutin düzenine geçerek tatlı mırıltılarla yanıyordur soba.

Üzerindeki çaydanlıktan belli belirsiz tıslamalar, cızırtılar geliyordur…

Çok kısık, hani ancak durup dikkatle (kulak kabartarak) dinlediğinde duyulacak kadar hafif bir sesle hisar buselik şarkılar çalmaktadır karşı duvara dayalı ahşap büfenin üzerindeki radyoda.

Suskun bir sevgiyle bakıyordur sana,

Özlem dolu çaresiz bakışlarla, sen O’na..

Sonra,

Sonra mı?

Sonrası aynen koca ustanın, Cemal Süreya’nın söylediği gibi olacaktır elbette.

Nasıl olabilirdi ki zaten, daha başka?

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin