içinde

Deva..

Bazı anları olur insanın. Bırak insan gürültüsünü, kapı gıcırtısına dahi tahammül edemediği zamanları olur. En ufak bir münakaşaya girmemek için her mevzuda köşe bucak kaçma isteği olur. Pandeminin başlangıcından 11 Eylül akşamına kadar yaşadığım da az çok bu minvaldeydi..

Kendimi bildim bileli kıpır kıpır bir adam oldum hep. Çevreme duyarsız kalamadım. Evliliğimden önce girdiğim politik ortamların da, fotoğraf makinamı alıp bilmediğim yerlere kaçma hevesimin de, sürekli değişim arama çabamın da bundan kaynaklandığını düşünmüşümdür. Ama son dönemde bu ruh halinden uzaklaşmış olmam ciddi tahribat yaratmaya başlamıştı bende.

Eşimin de benim bu hallerime katlanma gücü azalmış olacak ki, hafta sonu Beşiktaş’a gitsene sen dedi bana. 6 aylık hamile haliyle beni postalama noktasına getirdim kadını 🙂

Koray’ın da buna benzer bir sözü vardı. ”Çok mu bunaldın, içinden çıkamadığın şeyler mi var, git İnönü’ye, 3 tane kırmızı çakıp Beşiktaş maçı izle, ruhundaki bütün iltihabı atıp evine dön’ diyordu. Kendisi bunu yapmadı gerçi ama mevzu başka..

Yemek masasında passolig denen baş belası sistemi çözebilmek adına saatler harcadım. Ben bununla uğraşırken eşim sırt çantamı hazırlamış bile. Her zamanki gibi eksik tek şey bırakmamış. İhtiyaç duyabileceğim ne varsa, 2 günlük hayatım neyse onu koymuş çantama.. Öyle tanır, öyle bilir beni..

Arabayla falan uğraşmadım. Canım otobüs yolculuğu çekti, cam kenarı bir koltukta 1 dakika bile gözümü kırpmadan Esenler’e ulaştım. Yılların İstiklal Caddesi özlemi vardı bünyemde. Hemen bir taksi çevirip Taksim’de aldım soluğu. Gençlik yıllarımda sokak sokak fotoğraflarını çektiğim İstiklal- Beyoğlu- Taksim bölgesini karış karış dolaştım. Bir zamanlar bizim olan ”dünyanın en güzel sokağı” olarak bildiğim İstiklal Caddesi’nin bizden çıktığını görmek çok üzdü beni. Çalan müzikler, konuşulan lisanlar, yabancı yüzler, yabancı kültürler o bölgenin kendine has dokusunu bitirmişti adeta. Ama kendimi ödüllendirmek için çıktığım yolda en ufak olumsuzluğu tutmadım bünyemde. Devam ettim..

Kazancı yokuşuna gittim yıllar sonra. Ayaklarım titreyerek, dizlerimin bağı çözülerek, gözlerim nemli halde durup seyre daldım.. 44 yıl öncesine gitmeyi, boğazım yırtılırcasına orada bulunan herkesi uzaklaştırmayı, uyarmayı istedim.. Olmadı..

Karaköy’ü, Ortaköy’ü, Çırağan’ı, Barbaros’u, Ağaçlı Yol’u, gezdim adım adım. Üzerinde Beşiktaş forması taşıyan ışıl ışıl genç erkekleri, güzeller güzeli kızları gördüm. Her birinden özgüven, sağlık ve coşku akıyordu. Gördüm..

Stada doğru yürürken yol kenarında ellerinde bira olanları da gördüm, bir kenarda apar topar, kağıtlara sarılı sandviçlerini yiyen taraftarları da. Her köşeden siyah-beyaz formalı birileri taşıyordu adeta. Hepimiz bir ırmağın taşıdığı suymuşuz da, İnönü’ye akıyormuşuz gibi bir his.. Daha güzel ne var ki..

Çabuk çabuk 3 bira da ben yuvarlayıp, uzun zamandır ağzıma sürmediğim sigaramı yakıp gökyüzüne baktım bir süre. Ayaklarım yerden kesilmişçesine gülümseyerek baktım gökyüzünün mavisine. İyi hissetmenin de insanın içini ürpertebildiğini yeniden hatırladım. Ürperdim, tepeden tırnağa huzur doldum..

Yıllarca gün be gün inşaat fotoğraflarını takip ettiğim şaheseri yakından görme vakti gelmişti işte. Hayran kaldım stada. Yapanlara şükran duydum.. Yeryüzünde en iyi hissettiren 20 şey nedir diye sorsalar, tünelden çıktıktan sonra yeşil sahayı ilk görme anı derdim. O gün sorsalar bu hissi ilk sıraya yazardım.. Yemyeşil bir saha, ışıl ışıl bir stadyum, siyah beyaz eşofmanlarıyla ısınan Beşiktaşlı futbolcular ve olağanüstü taraftarı karanlık bir koridordan geçtikten sonra ilk görme anı gibisi var mı be kardeşim..

Şansıma olacak ki, Beşiktaş o gün Malatyaspor’u her anlamda sürklase etti. Nefes aldırmadı takım. İçimde devasa bir ümitle ayrıldım stadyumdan. Bu sene tezgah çevrilmezse bu takım yenilgisiz şampiyon olur dedim. Tezgahın tillahının döneceğini pek tabii ki sonradan görecektim..

Her golde tanımadığım adamlarla sarmaş dolaş olmak, ezeli ve ebedi aşkının mabedinde bulunmak, senin gibi bir hastalığa sahip binlerle aynı arenada toplanmak ne güzel şey..

Ve ben..

Tam 8 aydır kendimi ne zaman keyifsiz hissetsem 11 Eylül akşamını hatırlarım. Orada tekrar bulunabilme ihtimaliyle kendimi terapiye sokarım. Beşiktaş’a tekrar kavuşma ümidiyle yaşama biraz daha keyifle sarılırım. Böyle bir şey Beşiktaş büyüklüğü işte.. Bu büyüklüğü sadece BEŞİKTAŞLI olan anlar, Beşiktaşlı olanlara anlatılır..

Ve ben..

Bendeki bu deliliğin aynısını;

** Beşiktaş’tan başka her kulübü yöneten, Demirören gibi bir sivilceyi kulübe tekrar nüfuz ettirme çabasını güden, Beşiktaş’ın katledilişini avanstan sayan, TFF başkanlığına göz kırpan yöneticilerden,

** Sıkılan, küsen, Fenerbahçe maçında oynamamak için bir önceki maçta sarı kart görmek için bir taraflarını yırtanlardan,

** Beşiktaş sayesinde sahneye çıkıp, üç ay sonra menejerleri Beşiktaş’a musallat ettiren yeni yetmelerden,

** Beşiktaşlı kimliğiyle yorumcu koltuklarına oturup haydutları allayıp-pullayan, aklayıp-yalayan düzen adamlarından, bedava bilet karşılığı SUSAN düzen seyircisinden de bekliyorum, beklemekte de haklıyım.. 

Beşiktaş, tahmin edilenden ve görünenden çok daha büyüktür. Ruhundaki asilik, azamet ve HAFIZA er ya da geç tecelli edecektir. 

Bu tecelliyi kolaylaştırmanın tek yolu da Beşiktaş’ı Beşiktaşlılar’a emanet etmektir. Beşiktaş’ı basamak olarak değil, VARILACAK SON NOKTA OLARAK GÖREN bireylerle yürümektir..

Derbide buluşmak ümidiyle, sevgiler..

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin

  1. Ne söyleyim,ne yazim be kardesim;4 satirla 119 yillik besiktas asaletini,son 20 yilin degismis(cökmüs)Vatanimi son yillarda dönen menejer oyunlarini,Besiktasima yapilan haksizliklari en önemlisi Besiktasliligin,Besiktas sevgisinin ne kadar büyük asil oldugunu,Besiktasliligin erisilmesi cok büyük bir mutluluk oldugunu ne güzel anlatmissin sevgili kardesim ellerine saglik.bu arada cok anlayisli ve ince düsünceli hanimindan dolayida cok sansli oldugunuda dile getirmek isterim.selamlar.