içinde

Kurt Kanunu – 1

Nasıl olsa ayın 21’ine kadar maçımız yok.

Nasıl olsa sığ, köhne ve kof siyaset dalaşmalarına maruz kalmaktan darlanıp bunalmış vaziyetteyiz..

Ekonomik şartların dayanması mümkünsüz ağırlığı mental dünyamızı kavramış sıktıkça sıkıyor nasıl olsa, cendere misali..

Eski yıllardaki sert geçen kışlarda ayazın dinsiz imansız soğuğu nedeniyle kapının, pencerenin -çaresiz- sıkı sıkıya kapatıldığı, orta yerdeki sobanın çevresinde yer kapanların sıcaktan gevşeyip mayıştığı, sıkıca kavranmış bardaklardaki çayın önce kendini tutan avucu, hemen ardından yudum yudum gittiği mideyi ısıttığı, ortalığın şekeri karıştıran kaşığın bardaktan çıkarttığı şıngırtılar, tavla tahtasında yuvarlanan zarlar, çaat çuut vurulan pulların çıkarttığı gürültülerle yıkıldığı mahalle kahvelerinde yoğunluktan adeta somutlaşıp kat kat hale gelmiş sigara dumanı misali beden ve ruh dünyamızı kuşatmış bu ve benzeri onlarca derdi sıkıntıyı defetmeye bir katkısı olur mu, bilmem ama, şayet izniniz olursa, aradaki bu boşluğu kullanarak üç beş kelam etmek istedim sizlerle..

Klavyemden çıkmış olması hasebiyle uzunluğu konusunda ilk elden ve son derece net bir bilgiye sahip olan Sverisson adıyla maruf kardeşiniz olarak, bu paylaşımın sizler açısından bir tür işkenceye dönüşmemesini temin edebilme gayretiyle yazıyı 50’li 60’lı yılların gazetelerindeki pehlivan tefrikaları misali bölümler halinde koymayı uygun buldum, Foruma..

Şu anda okumakta olduğunuz sunum bölümü nedeniyle bir miktar uzun olan bu ilk kısım dışında her gün 1 Word sayfası uzunluğunda olacak yazının boyutu..

Okuyacak olanlar da sağ olsunlar şimdiden, okumayıp geçecek olanlar da..

Başlayalım..

**********

Yayla Padişahı Sülük Bey birden sıçradı, ellerine abanarak doğruldu, damarları kanlı gözlerini kırpıştırarak kapıya baktı..

Kara kıllarla kaplı esmer gövdesi besili malaklara benziyordu:

– Nedir ulan? Kudurdunuz mu kahpeler? Ya ben… Kafanızı almaz mıyım boynunuzu burup… Kırılası kafalarınızı…

Elif kız kapı aralığında durmuş, Sülük Beyin çıplaklığını görmemek için gözlerini yere eğmişti:

– “Bak bakalım” dedi. Emeyanam, “Uyanmış mı Sülük Bey, kahvesi gelsin miymiş?” dedi.

– Yahu, kırbacı hiç mi bırakmayacağız elimizden, temeline tükürdüğüm bu evde biz?.. Öküz sinirini bileğimize bağlayıp mı yatacağız?

– Gelsin mi kahve?

– Hele rezil! Hemi uyarıp sabah sabah. Kahvemiz de mi gelmeyecekti yoksa?

Elif kız savuşunca Yayla Padişahı Sülük Bey burnundan soluyarak kafasını salladı. Kapının kurcalandığını kan uykusunda duyup sıçrıyordu da, yastığın altındaki parabellumu bi türlü çekemiyordu, şimşek gibi… Kendisine sövdü:

“Tüh ki suratına kaltaban! Tüh ki ne kadar… “

Uzun paçalı donunu hırsla aldı, debelenerek giydi. Boyunsuz olduğundan, üç numaralı makineye vurulmuş kafası omuzlarının ortasına yapıştırılmış gibiydi. Boğazına düşkünlüğünden gövdesi yağ bağlamış, memeleri, midesi, göbeği şişip sarkmıştı. Omuzlarını ileri alıp gerinerek kemiklerini kütürdetti.

“Adam edemedik şu kahpeleri… Hayır, adam edemedik gitti, tüh yüzümüze… “

Gümüş tabakasına gözü ilişince irkildi. Tabaka sanki canlıydı da, kendisine istemediği bir işi yaptıracaktı.

“Yıkıl kör şeytan! Canın cehenneme!”

Epeydir, sabahları bişey yemeden tütün içmemeye çabalıyordu.

“Nedir oğlum! Öksürüğümüzü keseceklerine cıgaramızı yasakladı bu doktorlar, şunca paramızı alıp… Buyur bakalım!”

Hasta masta değildi, koca Tanrıya şükür, domuz gibiydi. Yarım kuzuyla bir lenger pirinç pilavını bir başına silip süpürüyor, yanı sıra bir testi rakıyı da yuvarlayıp yumruklarıyla ağzını sıvazlayarak “elhamdülillah”ı bastırıyordu. Herkese “kırk beş” dediği yaş, geçip gidip kırk yediye dayanmıştı.

“Dayanmakla… Erkek dediğin delikanlı sayılır buralarda… Kocamayı karılar düşünsün!”

Bir zaman öksürdü. Savuşturunca, pazılarını şişirip kasılarak kapıyı gözetledi. El yordamıyla tabakayı bulup hırsla açtı.

“Reci tütünü mü ki dokunsun oğlum! Halis Düzce kaçağı… Tatlı sert ki, Gazi Paşamızın eline geçmez!”

Kadınların sarıp hazırladıkları parmak kalınlığı cıgaralardan birini yaktı, gözlerini süzerek derin derin çekti. Hırıltılarla aksırıp tıksırdı.

“Hele şuna hele! Ulan alçak…’

(Büyük Mal / Kemal Tahir)

**********

Kemal Tahir’le ilk tanışıklığım “Büyük Mal”ı okumakla başlamıştı..

Üniversite hayatımın ilk senesindeydim..

Baba evinden uzakta geçen ilk yıl..

Şehrin, o yıllardaki yaygın deyişle (gerçekten) ‘mutena’ semtlerinden birinde, babamın bir arkadaşının oğluyla birlikte paylaştığım bekar evi..

(Devam Edecek..)

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin