içinde

Normalleşme..🤔😕🤐

O zamanlar gazeteler paçavraya dönüşmemişti henüz.. Gazeteler, gazeteydi.. Haber kanalları da adam gibi televizyonculuk yapıyorlardı.. 

Geçmiş gün, detaylarını anımsamak pek mümkün değil şimdi ama, bir kaza haberi okumuştum gazetede.. Bir otobüs kazası.. Feci bir çarpışma.. Ölenler, yaralananlar, kopan kollar, kırılan bacaklar, feryat, figan.. Tam bir can pazarı.. 

Önce yoldan geçenler, sonra yetişen sağlık ve güvenlik ekipleri kimi yola saçılmış, kimi halen otobüsün içindeki yaralılarla uğraşıyor, hayat kurtarmaya çabalıyor.. 

Kendisi de yolculardan biri olmakla birlikte kazadan -her nasılsa- yaralanmadan kurtulmuş bir genç çocuk, bir yiğit delikanlı, deliler gibi uğraşıyor, çabalıyor, her yere yetişiyor.. Ölü ya da yaralı her bedene dokunuyor.. Sağlık ve güvenlik ekiplerinin etrafında fır dönüyor..

“Bak artık kolaylandı işler, gel seni de hastaneye götürelim..” diyen sağlıkçılara “İyiyim ben, görüyorsunuz.. Yok bir şeyim.. Az daha durayım, birilerine faydam dokunur belki..” diye yanıt veriyor..

Gerçekten de herkese, her yere yardım etmeyi sürdürürken, bir süre sonra birden, aniden olduğu yere yığılıyor.. Hemen tutup hastaneye sevk ediyorlar ama nafile, kurtarılamıyor.. Dışarıda görünürde hiçbir şeyi yok.. Parmağı bile çizilmemiş, tırnağı dahi kalkmamış.. Ama içeride?

İç kanama neticesinde hayatını kaybetmişti o yiğit delikanlı, o kazadan hiç hasarsız(!) kurtulmuş olmasına rağmen..

Neşem yok benim de, hepiniz gibi.. Gülmelerim gülme değil.. Ağlasam, belli ki, durmayacak yaşlarım.. Günlerim birbirinin aynı, tekdüze akıp gidiyor..

Kitap okuyamıyorum.. Doğru dürüst odaklanıp da bir film izleyemiyorum.. YouTube’da deprem, zemin, bina, inşaat, kolon, kiriş, nervürlü demir, etriye bağlantıları, fore kazık, radya temel, Ölüdeniz Kırığı, Arabistan Levhası, dalma batma zonu vb onlarca video izlemekle geçiyor günlerim..

Bu arada, YouTube’un algoritması enteresan sürprizler de getirip koyuyor önüme bazı bazı.. İçimdeki benden neyi, nasıl ve ne sebeple bulup ediyorsa artık..

Kendilerini Alfa Centauri’den dünyamıza ziyarete gelmiş uzaylıların İnter-Galaktik yolculuğa çıkmayı başaracak ölçüde gelişmiş uygarlıklarının yansıması gibi göstermeye yetecek kadar güçlü, uzun menzilli silahlarla donatmış üç-beş pezmenek dağda bayırda dolanıp geyiğe, karacaya, ayıya, yaban domuzuna ateş ediyor, avlanıyorlar bu türden videolarda..

Ellerindeki son derece gelişmiş silahlarla yüzlerce metre uzaktan, en keskin görüşü sağlayan dürbünleriyle ustura keskinliğinde nişan alarak hiç sezdirmeden, sinsice ateş edip avlıyorlar hayvancıkları..  Hiçbir şeyden habersiz dolanan, otlayan hayvanlar da nereden geldiğini ve hatta gelip gelmediğini anlayamadıkları o ölümcül darbeyle yerlerinden sıçrayıp bulundukları yerden uzaklaşmak için can havliyle koşmaya, kaçmaya başlıyorlar.. Aslında ölümcül darbeyi çoktaan almış olduklarını ve az sonra bir iki yalpaladıktan sonra yere yığılıp düştükleri yerde can vereceklerinin farkına varmadan.. 

Kazadan hasarsız(!) kurtulan o kahraman gencin ya da var gücüyle koşarsa canını kurtarabileceğini sanan tabiatın özenle geliştirdiği o güzeller güzeli geyiğin, karacanın; okuduğumuz kitaplarda veya izlediğimiz filmlerdeki “mevzunun” sıcaklığındayken yaralanmış olduğunu -henüz- fark etmemiş olan karakterler gibiyiz işte, bizler de, aynen..

Çok kötü bir biçimde yaralandık.. Ama farkında değiliz henüz..

Ölümcül mü değil mi belli değil şimdilik ama, hiç beklemediğimiz bir anda çok kötü bir yerden geldi darbe.. 

Adına uzay dediğimiz o dehşete düşürecek ölçüde büyük, uçsuz bucaksız, karanlık ve soğuk boşluğun içinde kendi etrafında 1.670 km/saat (ses hızı 1.236 km/saat) Güneşin çevresindeyse 107.000 km/saat hızla dönen o devasa büyüklükteki kayaç kürenin diplerinden gelip vurdu bizi, hiç beklemediğimiz ve ne yazık ki hiç hazırlıklı olmadığımız bir anda..

Meselenin sıcaklığı içindeyiz henüz ve hala.. O sebeple anlayamadık, anlayamıyoruz daha, almış olduğumuz ve korkarım ki devamı gelecek olan darbenin büyüklüğünü.. 

Dile kolay, önce 10 denilen, sonra 11’e yükseltilen sayıdaki ile çevreleyen bir coğrafyayı etkileyen, at tepmiş gibi göçerten bir felaketin sosyal, siyasal, ekonomik, çevresel sonuçları konusunda şayet varsa (umarım vardır/korkarım yoktur) bilge kişilerden oluşan “Yönetimsel Akıl” manasındaki Derin Devlete mensup bir küçük(!) grup insan dışında biz sıradan kişiler hiçbir şey bilmiyoruz, henüz.. 

Üniversitelerin ve en saygın akademisyenlerin de/dahi şaşkınlıkla izlemekte olduğu; toplanan verilerin işlenmesi ve sonrasında bir sonuca bağlanmasının uzun zamana yayılacağı kesin olan, işin kötüsü halen durmamış, devam etmekte olan bir felaketin tam göbeğindeyiz..

Atlatamadık henüz..

Niceliği ve niteliği belirsiz bir kaynaktan(kaynaklar?..) gelip de sistemimize(bütçe) eklenecek devasa bir katkının olmaması halinde entropimizin artması ve sistemin (az ya da çok boyutta) bir kaotik ortama girmesi kaçınılmazdır..

Yani arkadaşlar, önümüzdeki uzuuunca (aslında üç-beş ‘u’ daha konulması muhtemel ) bir zaman boyunca büyük sıkıntılar çekmeye gebe günler beklemekte bizi, gelecek yıllar boyunca..

Ama tam anlamıyla bilmiyoruz henüz yaşadığımız yıkımın şu andaki ve gelecekteki boyutlarını ve getireceği sonuçları.. 

Bilmediğimiz için de son derece rahatız(!).. 

Evet, doğrudur.. İçten yürekten bir biçimde inanmaktayım bu ülkenin ve insanının sahip olduğu potansiyel güce.. Amerika ve Avustralya gibi çok uzak, çok ilgisiz kıta ülkeleri haricinde Asya, Avrupa ve Afrika (en azından kuzey şeridindeki coğrafyaya) kıtalarının tarihine sosyal, siyasal, yönetimsel ve ekonomik manada damgasını vurmuş kadim bir halktır bu ülkenin insanı..

Adeta kutsanmış bir güce sahiptir bu millet.. Öyle ha deyince çökmez, yıkılmaz..

Ama ara ara bir akıl tutulması gelir, çöreklenir ve yerleşir işte tepemize..

Yakın tarihimizin (darbe gücü ve etkilediği yüzölçümü manasında) en büyük felaketlerinin birinin henüz tam ortasındayken.. Afetin durup durmayacağının, yürüyüp giderse nereleri hangi şiddette vuracağın henüz koca bir muamma olduğu şu günlerde beyaz bir A4 kağıt üzerinde “O mahalleyi şuraya alırız, şu semti de buraya taşırız..” kolaycılığıyla(??) plan yapıyorsa birileri, ben normalleşemem abiler, kolay kolay..

Ne işimde gücümde, ne keyfimde eğlencemde geçen günlerdeki seviyeyi tutturabileceğim kanısında değilim ben..

Daha enkazlar toplanmadan.. Toplanması aylar sürecek iken.. Üniversiteler işe el atıp sağlam kentlerin nerelerde, nasıl, hangi nitelikte, hangi ölçekte inşa edilmesi gerektiğini tartışıp önermeden.. Dürüst siyasetçiler ve yerel yönetimlerce nerelerin imara açılması, nerelerin açılmaması; nerelerin ülke insanının ortaklaşa kullanımına bırakılması kararlaştırılmadan.. Gerekli zemin etütleri yapılmış arsalar imara açılmadan.. Saygın mimarlarca çizilen projeler donanımlı mühendislerce hesabı kitabı yapıldıktan sonra dürüst müteahhitlerce en nitelikli malzemeler kullanılarak, en iyi işçilikle nihayete erdirilip halkın kullanımına açılmadan.. Ve bütün bu işlerle ilgili gerekli adımlardan henüz hiçbiri atılmamışken nasıl normalleşebilirim ki ben?.. 

Yani tadım(ız) kaçtı..

Görünen o ki, daha çoook kaçacak..

“derin gs” mantığında olabileceğimi sanmıyorum.. O ölçüde pragmatik, Makyavelci bir anlayışa sahip değilim çünkü, ne mutlu ki..

Hatırlarsınız belki, 15 temmuz öncesinde, gelmekte olan darbenin, kargaşanın ilk sinyallerini almış olan önde gelenleri(gs’ın) Avrupa ülkelerinden bir takımı satın almayı ve ileride “Bu Ülke” “Bir Yıkıma” sürüklenirse, gs adının o takım üzerinde devam etmesi gibi kirli ve sefil bir düşünceyi tartışıyorlardı kendi içlerinde.. 

Neyse, sapa yollara girmenin manası yok şimdi.. Ben kendime bakarım..

Lig başlasa bana ne?.. 

Cenk ya da Abou bir maçta 15 gol atsa bana ne?.. 

O çocuklar nasıl sevinecekler yeşil çimler üzerinde sahada?.. 

Ben ya da bizler nasıl havalara uçacağız evlerimizde, ekran başında?..

Normalleşmeliyiz evet..

Ama Allah rızası için söylesin biri: Nasıl?..

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin

  1. abi onca yasanilandan sonra normallesme nin anlami degisecek onu yasamis insanlar ne kadar normale dönerler belli degil , bizim gibi uzaktanda olsa etkilenen ne kadar fabrika ayarlarina döner o da belli degil , yikilan yerler ayni yerinde tekrar yeniden inşa edilmeyeceginden ordaki hayat ne kadar normale döner o da belli degil , ama millet olarak en altindan en üstüne kadar deprem be diger felaketler ile yasamasini ögrenmemiz o ana yatirim yapmamiz lazim , örnek japonyada 9,1 depremi ve diger felaket videolarina bakiyorum yikilan yer yok insanlar sakin yollar besik gibi sallaniyo bozulan yok , simdi toki evleri yikilmamis onlar yapicak diyo ya toki evlerinin hangisi merkezde cogunlugu dag eteginde yerlesim alanina uzak bölgelerde ( burda toki ve evlerini kötülemek gibi bi niyetim yok ) ayni temel ayni mimari suraya uyarmi demeden aynisini yaparsak o binalar ne kadar dayanir belli degil , biz ilk önce beynimizi aliskanliklarimizi NORMAL calismadan cikartip ilerisi icin düsünecek hale getirmek mecburiyetindeyiz , 4 5 ay evvel sucisleri bakani afad reklami yapiyo kimseye bisey olmaz herseye haziriz her yerde su su var diye gecenlerde cikti biz istanbul depremine hazirlandik dedi abi bu nasil istir ülkenin dört bir yani deprem bölgesi ve en yaģli yerine hazirlanmis beyefendiler 3 gün hataya gidip de müdahele etmediler edeni de tu kaka ediyorlar saka gibi bisey , abi biz diger deprem ülkeleri gibi deprem ile yasamayi ögrenmedikce her ile ilceye itfaiye harici bi acil yardim ekibi ve malzeme deposu vs vs koymadikca 17 agustos ve diger depremleri unuttuk darbeyi unutuk coronayi da unuttuk unutacagiz onca sel heyalani unuttuk yarin üc cilali ev iki kaymak yol ile gene agzimiza bir parmak bal sürüp bunu da unutturup bizi normallestirirler

    1
    2