içinde

Seba'nın İzinde…

Fenerbahçe derbisi denince zihnim beni 35 yıl geriye götürüyor. Ne lezzetli maçlar olurdu.. Fenerbahçe’nin beyaz şort- sarı lacivert çubuklu, bizim siyah şort- beyaz formalı futbolcuların yeşil zeminde oluşturduğu ahenk pek bir hoşuma giderdi.. O derbilerden aldığım tat son yıllarda azalmış da olsa, Fenerbahçe maçları öncesinde toplanma- ortam kurma- ses sistemi yerleştirme geleneğimiz bu maçta da devam etti..

Berbat bir hakem, çekincen bir oyun anlayışı ve insan üstü bir mücadele örneği gördüğümüz bu maçı kazanmak havalara uçurdu beni. Galibiyetin sevinci soğumaya yüz tutunca;

** Beşiktaş’ın bizzat efsaneleri tarafından söğüşlendiği,

** Prim kavgalarının ortasında bir takımın hiç edildiği,

** Başkansız, hocasız bırakıldığı,

** Milyonlarca taraftarın hissettiği sevgi ve aidiyetin zerresinin Beşiktaş’a gösterilmediği geldi aklıma..

Bundan ”kelli”;

** Süleyman Seba’yı dilinden düşürmeyen, Aslolan Beşiktaş’tır sloganını kullanan, melodramatik metaforlara sığınan, şeref, haysiyet, Baba Hakkı kelamlarını sayıklayıp duran tüm yönetici adaylarına okkalı bir küfür savurmazsam Fenerli olayım.. Yeter artık be kardeşim.. Projesi, ağırlığı, dürüstlüğü, sadeliği ve liderliği olan baş tacıdır.. Efsane kontenjanı, Seba kontenjanı, ben bu camianın evladıyım kontenjanı yemiyor artık…

Bu arada hocasız, başkansız, stopersiz, moralsiz, 3 aydır galibiyetsiz, darmadağın vaziyetteki Beşiktaş’a yenilmeyi başarmak da Fenerbahçe komedyasına cuk oturdu.. Normalde kahkahalarla gülmem gerekirdi ama Fenerbahçe bu anlamda çıtayı arşa çıkardığı için bir gülümsemeyle geçiştirdim meseleyi..

Son Not: Bu yarış daha bitmedi…

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin

  1. 70’li yıllara;
    bütün karşılaşmaların aynı saatte oynandığı,
    radyoda 10’ar dakikalık aralarla tamamının naklen yayınlandığı,
    maçların, evdekileri rahatsız etmemek için sesi alabildiğine kısılmış radoya kulak dayayarak dinlendiği
    gol haberi geldiğinde yayının kesilip, skor haberi gelen kente bağlandığı,
    spikerin heyecanla aktardığı cümlelerle atılan yahut yenilen gollerin kafalarda canlandırıldığı zamanlar.

    Tv henüz yok,
    Radyo, artık ne kadar yeterse..

    Geriye kalan, gazetelerin spor sayfaları, tek çare..

    Amk’lar, fanatik’ler, foto bilmemkim’ler henüz yok.
    Memlekete ciddiyet hakim.

    Hürriyet’te, daha büyük fotoğraflar ağırlıktadır. Hürriyet’e kıyasla çok daha ciddi, ağırbaşlı olan Milliyet’te yazı/fotoğraf dengesi daha sağlamdır.

    En son iki, bazen üç sayfa spora ayrılmıştır.
    Önce manşet atılır,
    Altında maçın yıldız tablosu.
    Sonra dakika dakika maçın anlatımı.

    Haberin hemen kenarında spor servisinin ağır toplarının ciddi manada yazarlık eseri olan maç yorumları.

    İslam Çupi bu yazarlar arasında gerçekten -ve hakkıyla- öne çıkmış bir fenomendi.
    Aslında fenerliydi.
    Ve büyük çoğunlukla fener’in maçlarını yorumlardı.

    Ama arada Beşiktaş’ın maçlarını yazdığı da olurdu.
    Ve işte o zaman daha büyük bir keyifle okurdum İslam Çupi’yi.

    Lakin, yorum derken, dikkat isterim, o zamanların dehşetli gazetecilerinden Halit Çapın, yahut çok sonraki yıllarda temayüz edecek ve henüz Gücün Karanlık Yanı’na kaymamış Anakin Skywalker gibi dehşetli bir yazar olan Ardıç Kuşu tarzında, oturup ciddi ciddi keyifle okunacak yazılardan söz ediyoruz burada.
    Dalga geçmeyelim,
    Boru değil.

    İşte ben de, aradan geçmiş olan onlarca yılın ardından, beyaz sakallı, kırmızı külahlı, her nedense mavi vücutlu -ismi lazım olmayan- bir arkadaşın yazılarını gördüğümde geçmiş yıllara gitmiş, sıcacık bir çay eşliğinde henüz tellendirilmiş bir Maltepe’nin keyfiyle. fırından yeni çıkmış bir İslam Çupi yorumu okur gibi buluyorum kendimi.
    👍👏🙂🤍

    9