Ünlü İslam komutanı Tarık bin Ziyad, komutasındaki ordusu ile birlikte gemilerle bugün adına Cebeli Tarık dediğimiz boğazdan İspanya’ya geçmiş. Tarık bin Ziyad ve askerleri karaya ayak bastıklarında, İspanya kralının yüz bin kişilik bir ordu hazırladığı ve saldırıya geçeceği söylentisi ordu içinde yayılmaya başlamış.
Tarık bin Ziyad , askerlerinin endişe duymaya başladığını fark eder. Bütün askerlerin yüksekçe bir tepeye çıkmasını emreder ve sahilde bıraktığı birkaç askere ise gemilerin yakılmasını söyler.
Tarık b. Ziyad, askerleri ile birlikte bulunduğu tepeden gemilerin alev alev yanışını izlemiş. Durum karşısında ne yapacaklarını şaşıran askerlere dönüp, tarihe iz bırakan şu konuşmayı yapmıştır:
“Gördüğünüz gibi artık geriye dönüşümüzün bir yolu yok. Gemileri yaktık…
Ya gelen İspanya ordusuyla savaşıp ilerleriz, ya da ölürüz. Ona göre savaşın!”
İslam ordusu, İspanya kralının ordusuyla çarpışıp galip gelir. Böylece Endülüs Emevi devletinin temelleri atılmış olur.
Her deyimin gerceklesmis bir cikis olayi,hikayesi vardir..Bu da gemileri yakmak deyiminin çıkış olayiydı..
ağzına sağlık yunus hocam. ben bilmiyordum şahsen 🙂
Prof.Dr.Iskender Pala’nin “Iki dirhem bir çekirdek” adli kitabi bununla ilgili yazilmis bir kitap…
Bir tane daha paylasayim Sevgili Pascal..
“Ates pahası” Çok pahalı anlamında kullanılan bir deyimdir
Bir gün Kanuni Sultan Süleyman mütevazı sayıda bir maiyetle Istranca Ormanları’na doğru avlanmaya çıkmıştı ki, kendisini gören bir adam “Uğurlar olsun Sultanım!” diyerek yarenlikte bulundu. Fakat avcılık töresince bu söylem kişiye uğursuzluk getirirdi. Söylenmesi gerekense “rastgele” cümlesiydi. Padişah ve maiyeti bu uğursuzluğu kırmak için yedi adım geriye gittikten sonra yollarına devam ettiler. Tam ormana varılmış bir yavru ceylanın ardınca koşturulmaya başlanmıştı ki gök gürledi ve bulutlar sağanaklar halinde yükünü boşaltmaya koyuldu. Herkes ne yapacağını bilmez bir halde, civarda kandili parlayan bir kulübeye koşup sığındılar. Islaktılar. Üşümüşlerdi. Konuksever kulübeci, onca insanı bir başına ısıtmak için yakacak neyi var neyi yoksa yaktı.
Nihayette av erbabının üstleri kurumuş, içleri ısınmıştı. Ve birkaç saat kadarlık bir süre içinde yağmur tamamen dinmiş, misafirlere yol görünmüştü. Ve lala, kulübecinin yanına gelip, teşekkürlerini bildirdikten sonra yakılan ateşin pahasını sordu. Adam: “Bin altın efendim” dedi. Lala “Bre! yaktığın odunlar bir altın bile etmezken niçin böyle densüzlük eyler de pahalı bir fiyat söylersin” diyerek adama çıkışınca adam “Doğrusu odunların pahası dediğiniz gibi bir altın bile etmez. Fakat bu sağanak altında, bu dağ başında bir sığınak bulmak ve binbir zahmetle yakılmış bir ateşin karşısına geçip ısınmak gerçekten çok pahalı bir şey. Ben sizden odun değil ateş pahasını istedim” dedi.