içinde

Süpermen vs Flash..

Çizgi roman hastalığı, okuma yazma öğrenmeden önce başlamıştı bende..

Ablam öğrenci, ben çocuğum henüz.. 

Milliyet gazetesi alınıyor eve,

Gazetede günlük olarak yayımlanan, her biri üç-dört kareden oluşan birkaç çizgi öykü var. Arkası yarın biçiminde..

Gazete evin babasına ait elbette. Aynen, çocuklar ulaşır da kurcalarsa -maazallah- bozulur diye küçüklerin ulaşamayacağı bir yere, normal bir insanın gözü hizasına monte edildiği duvardan bize sessiz suskun bakan radyo gibi..

Gazete, evet, babaya ait ama, günü geçtiği vakit çocukların bakmasında sakınca olmadığından ertesi gün elime alıp alıp eviriyor çeviriyor, diş fırçasıyla toprağın altından tarihi eser çıkartmaya uğraşan arkeolog dikkatiyle sayfa sayfa, satır satır bakıp bir şeyler anlamaya uğraşıyorum..

Bu arada, haliyle, en çok alt alta sıralanmış vaziyette yayımlanan çizgi roman öykülere dönük oluyor ilgim..

Çizgi resimlerin altındaki, üstündeki ya da konuşma balonlarının içindeki yazıları deliler gibi merak ediyorum.. Ama tek kelime anlamıyorum..

Evde, ana-baba dışındaki tek okur yazar kişi olan ablamın eteğinin dibinde dolanıp yalvar yakar okumasını rica ediyorum.. Ablam da -her büyük kardeş gibi- küçüğünden sıkılıp naza çekiyor kendini.. Kendi işine bakıyor, okumak istemiyor..

Ama bu yalvar yakarlar ana-babanın ve de o yılların normali olan -aynı evde yaşayan- büyük aileye dahil amcaların, yengelerin dikkatini çektiği için evin kıymetlisi olan oğlan çocuğunun gönlünü yapması için ablaya gerekli baskılar yapılıyor, nihayetinde öffler pöffler arasında okunuyordu bendenize, kutucukların içindeki yazılar..

Bugün sahip olduğum o hayal dünyasına (şayet varsa elbette) henüz okumayı bilmediğim zamanlarda, okul öncesi yıllarda tanışma şansına ulaştığım o çizgi romanlar sayesinde ulaşmışımdır ben.. Çocukluğumun ileriki yıllarında o zamanların en büyük kültür hizmeti olan radyodaki Arkası Yarınlar ve Radyo Tiyatrosu programlarıyla birlikte elbette..

Sonraki zamanlarda, okumayı öğrendikten sonra, önce o yıllar için akıl almaz bir diğer kültür hizmeti olan Doğan Kardeş dergisindeki kimi eğitici, kimi eğlendirici çizgi öykülerle; daha da sonraki yıllardaysa Teksas, Tom Miks, Tex, Kinowa, Zagor gibi haftalık çizgi roman dergileriyle devam etti bu tutkum..

Bu arada, kaçınılmaz olarak süper kahramanlarla da tanıştım tabii ki o yıllarda.. Süpermen, Betmen, Flash filan..

Tee o zamanlarda da, şimdi olduğu gibi, en büyük süper kahramanım Süpermen’di benim.. Hala öyledir..

Uçar bir kere, her şeyden önce..

Betmen gibi teknoloji harikası akıl almaz oyuncaklar sayesinde filan değil hem de, bire bir kendi gücü, becerisi ve yeteneği sayesinde uçar, boru değil.. 

Gözlerinden ışın çıkartır,

En küçük sesleri duyar.. 

Kurşunu bırak, hiçbir silah işlemez.. 

Güçlüdür: Düşen bir uçağı elleriyle yakalar, usulca koyar kenara.. 

Yıkılmakta olan köprüyü tutar kaldırır, gözlerinden çıkan ışınlarla parçalanmış metal iskelete kaynak yapar, eskisinden sağlam hale getirir.. 

Hatta kimi zamanlarda avucuna alıp sıktığı koca bir parça kömürü o büyük basınç altında elmasa dönüştürdükten sonra ihtiyacı olanlara uzatır, “Alın bunu kullanın, borçlarınızı ödeyin..” diye.. Sonrasında teşekkür edilmesini dahi beklemeden uçaar gider.. Toshack’lı adamdır yani.. 

Arada bir morali bozulur yahut yalnız kalıp kafayı dinlemek isterse uçar yukarı, Ay’a gider.. Bir kayanın üstüne oturup dünyaya bakarak kendini toparlar, düşünün artık..

….

İşte bu Süpermen, bir macerasında, her ne sebeple olduğunu anımsamadığım bir nedenle Flash’la bir iddiaya girmişti..

Konu: Kim daha hızlıdır?.. Süpermen mi, Flash mı?..

Bizimki, aslında bu türden zıttırıpozluklarla ilgisi olan bir karakter olmamakla birlikte, diğer süper kahramanların da fişteklemesiyle olsa gerek, iddia büyümüş, yapılacak bir yarışın neticesinde bu sorunun yanıtının alınması elzem bir hale gelmişti, o macerada..

Mahşer Yeri misali bin türlü süper kahramanın bir araya toplandığı; kiminin Süpermen’i, kiminin Flash’ı desteklediği alkış kıyamet bir kalabalıkta verilen startın ardından başlamıştı yarış..

Şimdi, yarışanlar süper kahraman olunca, parkur da haliyle Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu Parkuru ölçeğini koy bir yana, her ikisi de ışık hızında koşa/uça/bildiği için dünya yüzeyindeki bir mesafede de olamayacağından (gülmeyin) uzaydaki bir parkurda yapacaklardı bu yarışı.. 

Her ikisi de şu anda anımsayamadığım ebesinin örekesindeki bir galaksiye kadar gidip dönecekler.. Finiş çizgisini diğerinden önce geçen yarışı kazanmış olacak.. 

Belirlenen gün ve saatte taraflar ve destekçilerinin bir araya gelmesinin ardından start verilmiş, yarış başlamıştı..

Uçsuz bucaksız uzay boşluğunun derin karanlığında biri uçarak, diğeri koşarak ama her ikisi de ışık hızında yol alarak yarışan iki süper kahraman.. 

Maceranın tümünü şu anda anımsayamıyorum elbette ama iki kahraman da kendilerine yakışan ölçüde bir gayret ve fakat dürüstlükle sürdürdükleri bu yarışta bazı durumlarda dara düşen rakibine yardım etmeyi ihmal etmiyorlardı..

Hayal meyal anımsadığım kadarıyla Süpermen’in zararlı radyasyondan (kriptonit?..) etkilendiği kimi yerlerde Flash korumuştu rakibini o tehlikeden.. Kimi yerdeyse bir yıldızın içinden etkilenmeden geçebilecek kadar güçlü olan Süpermen, çevresinden dolaşmak zorunda kalırsa geride kalacak olan rakibini pelerinine sarıp kucaklayarak yıldızın içinden geçirmiş ve sonrasında eşit şartlarda devam etmişti yarışa, Flash’la birlikte..

Nihayetinde finişe vardıklarında biri koşarak, diğeri uçarak aynı anda geçmişlerdi çizgiyi ama, varış yerinin iki yanına toplaşan taraftarları, perspektif nedeniyle kendi arkadaşlarının galip geldiği kanısına varmış, bir taraf “Flash kazandı!..” diğer tarafsa “Süpermen kazandı!..” diye tezahürat yapmışlardı..

Yani, bakış açısıydı aslında meseleye damga vuran, süper kahramanlar dünyasında da geçse herhangi bir mesele..

….

Hepimizin bir aşkı var: Beşiktaş..

Ve bir derdi: Beşiktaş’ın başarısı..

Bu aşk ve bu başarı arzusu nedeniyle durmakta olduğumuz yere ve o noktadaki bakış açımıza göre kimimizin “Siyah!..” dediğine bir diğerimiz “Beyaz!..” diyor ve bu nedenle kırıyoruz bazen -ne yazık ki- hiç gereği yokken, birbirimizi.. 

Oysa, Balkan Türk’ü olan sevdiğim bir elemanımın deyişiyle “Bu şavıklı dünyada” bizim dışımızda da birileri var.. Birçok camia var.. Sürüsüne bereket taraftar topluluğu var.. Yani herkesin bir başka aşkı var..

Ama olsun!.. Bizi, bizim baktığımız taraf ilgilendiriyor: Beşiktaş..

Ve Beşiktaş söz konusu olduğunda yalnızca taraflı bir bakış değil, güncel ve tarihi gerçekler de o noktaya işaret ediyor ki bu öyküde doğru olan, dürüst olan, harbi olan ve her nedense kadim günlerden beri hep horlanan, hep öteye itilen, hep devre dışı bırakılmak istenen taraf olmuştur, Beşiktaş..

Hal böyleyken, sevgili dostum, canım yoldaşım FerMe bir talepte bulunmuş.. Herkesin aklı erdiği, dili yettiğince şu andaki sıkıntılı durumdan kalıcı bir çıkış konusunda yazabildiğini yazmasını istemiş..

Ferhat’ın ve diğer dostların arzusu emirdir..

.. de, 

Anadolu’da da bir deyim vardır: “Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede..” 

Dünya ölçeğinde büyüklüğe sahip gerçek bir dev olan Beşiktaş’ın kurtuluşu konusunda reçete sunmak en azından ben garip kardeşinizin haddine olabilir mi?.. Asla!..

Yıllarını bu kulübe yakın olarak geçirmiş, ucundan kıyısından bu camianın içinde yer alma şansına ulaşmış bilgili, donanımlı olmanın yanında üst düzey mali güce sahip kişilerin harcıdır ancak bu türden işler.. 

Lakin, insanoğlunun yakasına yapışmış bir illet olan had bilmezlik, hele de mesele gelip taraftarı olmanın ötesinde, derin bir aşkla bağlandığı Beşiktaş’a dayandığında bu garip kardeşinizi de -ucundan bucağından- etkiliyor kimi zaman.. Ve öyle zamanlarda da çizmeyi aşıp konuyla ilgili üç-beş kelam etmek -farz değilse de- vacip oluyor bazen..

….

Abilerim,

Her şeyden önce insanlığın kadim zamanlardan bu yana edindiği tecrübeler çerçevesinde bir durum tespiti yapılması gerekir zannımca..

Bu durum tespiti geçmiş, şu an ve gelecekteki hal ve vaziyet konusunda hayalperestlikten uzak, gerçekçi bir çerçevede yapılmalıdır..

Öncelik hasar tespitindedir bu gibi konularda, her zaman.. 

An itibariyle ne durumdayız?..

Sıradan birer taraftar olarak bizlerin görebileceğinin çok ötesinde kulüp nerelerden yara almıştır?

Bu yaraların büyüklüğü nedir?

Kan kaybının şu andaki durumu nedir?..

Bu kayıp telafi edilebilir mi?..

Kulübün gelir-gider dengesi nedir?..

Mevcut ve gelecekteki gelirlerin mevcut ve gelecekteki giderleri karşılaması mümkün müdür?..

Mümkün ise şartları nedir?.. Değil ise bu olumsuzlukların kulübün mali yapısına etkileri nelerdir ve telafisi nasıl yapılabilir?..

….

Bu türden onlarca, yüzlerce soruyu soracak ve bu soruları rasyonel bir biçimde yanıtlayacak üst akla ihtiyacı vardır şu anda, bu kulübün..

Ve bu üst aklın, ne yazık ki -bütün iyi niyetine karşın- şu andaki yönetim kademesi ve hatta (Divan Yönetimi, Disiplin Kurulu, Denetleme Kurulu vb) diğer organlar tarafından (da) sergilenemeyeceği kesin bir gerçektir..

Şimdi, kimsenin kalbini kırmak istemem ama, Onana adlı, hiç de sözü edildiği ölçüde işe yaramaz olmadığını düşündüğüm o kardeşimize verdiğimiz paranın 1/10’una Demir Ege’yi oynatabilir, sevgili kardeşim Eduega’nın “10 da 10..” diye ruhunu teslim aşamasına geldiği yer için hazır elimizde olan Emirhan İlkhan’ı elde tutardık biz be kardeşim..

Geçen sene gözümüzü karartıp, maliyeti çok yüksek diye, az kalsın 30 maçtan fazla oynatmamayı (dahi) düşündüğümüz Masuaku’nun olmadığı haftalarda solbek diye taşa toprağa sarılıyoruz bu sene.. E şimdi, bu durumda, Rıdvan gibi bir çocuğu üç kuruşa tamah nedeniyle elimizden kaçırmak bir planlama faciası değil de nedir, Allah aşkına?..

….

Literatürde Strateji, “Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yolların ve uygulanan yöntemlerin tümü..” olarak tanımlanır..

“Önceden belirlenen bir amaç..”

Şimdi burada, senin benim bizim değil, düşünen bir aklın, karar verme mevkiinde ve sorumluluğunda olan bir üst yapının çizmesi gereken bir tablo olmalıdır elimizde: 

Amacımız nedir bizim abi?..

Biz kimiz?.. 

Tarihsel şablonumuz nedir?.. 

Misyonumuz nedir?.. 

Bu misyonu geleceğe taşıyacak vizyonumuz nedir?.. 

Elimizdeki problemi misyonumuza uygun bir biçimde çözmek için elimizdeki doneler ve bu çerçevede ileriki günlerde ulaşabileceğimiz imkanlar nelerdir?..

10yıl, 20 yıl, 500 yıl sonra bu takımın nasıl bir yerde olması gerektiğini düşünmekteyiz?..

Bu takım önümüzdeki 10, 20, 50 yıl zarfında hangi başarıları, hangi kupaların kaçını almayı hedeflemektedir..

Ve bu hedeflere ulaşmak için hangi yollarda yürüyecek, hangi adımları atacaktır?..

Bütün bunlar düşünülmeden, gerçekçi bir biçimde ortaya konmadan; günler, haftalar, aylar boyu sert, kırıcı ama seviyeli ve nihayetinde yalnızca amaca hizmet eden tartışmalar yapılmadan ortaya konulacak çözüm yöntemleriyle bir sonuca ulaşmayı düşünmek bir ham hayalden öte gitmez..

Gerçi kalmamıştır ama okumayan varsa şayet lütfen oturup 1984’ü okusun..

Yaşadığımız şu günlerde salt sözcükleri; içi boş kavramları öne atarak insanların (bütün annelerin önünde saygıyla eğilir ellerinden öperim ama), bir deyim olarak, kavramsal manada anasını s**mek mümkündür abilerim..

Güncel manada demokrasi dedin mi bitti.. İnsan hakları dedin mi bitti.. Önünü ardını belli etmeye, sağını solunu doldurmaya, işaretlemeye gerek yok.. Dedin mi tamam..

Aynı şekilde, siyaseti kenara bırakıp konumuza gelecek olursak şayet, Plan dedin mi, Proje dedin mi, Yapılanma dedin mi bitti..

Yahu arkadaş Plan, Proje eyvallah.. Ama şu planın, şu projenin detaylarını bilme hakkımız yok mu bizim?

Neyi amaçlıyorsun?.. Bu amaç için gidiş yolun nedir?.. Bu hedef için öngördüğün süre kaç yıldır?.. Bu yolculukta yürüyeceğin güzergah?.. Bu yürüyüş esnasındaki konaklama yerlerin?.. Arada kazanmayı düşündüğün taktik başarılar?.. Nihayetindeki hedef?.. Nedir?..

Belli mi bunlar?.. Biliyor muyuz?.. Bizi koy bir yana, bu sözleri eden sizler biliyor musunuz?..

…. 

Mitroviç şu kadar mil. Euro.. Niye?.. Proje!..

Emirhan, Rıdvan 100 bin, 200 bin euro versen takla atacak, takımda kalacak, bir derdine derman olacak.. Vermiyorsun!.. Niye?.. Bunlar proje değil mi?..

Bilmeyeniniz yoktur, “Çare Necip..” sloganımı..

Orada söylemek istediğim, her mevkide bir Necip ihtiyacıdır Beşiktaş için..

Hani şimdilerde kadrolar yapılıyor ya gırgırına, Kalede Necip.. Geri dörtlü Necip – Necip- Necip – Necip, diye.. Hah işte, ondan.. 

Oysa Ersin’dir Necip.. Mert’tir, Utku’dur,

Serdar Saatçı’dır, Rıdvan’dır, Demir Ege’dir, Emirhan İlkhan’dır, Semih Kılıçsoy’dur..

Çanakkale savaşı Liman Von Sanders’le kazanılmaz, Mustafa Kemal(ler) lazımdır o mücadele için..

Şahıs olarak kutsamıyorum Necip’i.. Kavramsal manada Necip/ler/le, yani kendi çocuklarımızla ve yabancı da olsalar, bu yolculukta bize bizden biriymiş gibi yakın duracak düzgün karakterlerle yürümek durumundayız..  

….

“Dul karı çocuğu” değildir Beşiktaş abilerim..

Öksüz, yetim, boynu bükük..

Sene başında getirirsin Burak Yılmaz’ı, Deli İbo’yu, Rıza Çalımbay’ı, Ziya Doğan’ı, 

“Bu sene böyle birader..” dersin, razı gelmeyen namerttir..

Sene başında, henüz sezona girmeden Sergen Hoca’dan vaz geçersin, “Yola Önder Hocayla devam ediyoruz arkadaş..” dersin, ha keza..

Ama birader, yolun yarısında (bile değilken) takımı, henüz lisansının mürekkebi kurumamış bir hocaya teslim etmek nedir?.. 

Burak Yılmaz’ın şahsi değerinden bağımsız olarak, gel dediğimizde sorgusuz sualsiz, para pul sormadan koşup gelecek daha tecrübeli hocalarımız varken, takımı bir çaylağa () teslim etmek gibi bir iş bilmezliği proje diye yutturmaya kalkma bana lütfen, olmaz..

Olursa da Ayıp Olur..

….

Bütün yaptıkların için müteşekkiriz sana, ciddiyim..

Yapmadığın, yapamadıklarını da affediyoruz..

Ama lütfen sen de affet bizi..

Yaptığın bütün çabalar için müteşekkiriz sana..

Kulüp için sarf ettiğin paralar, boynumuzun borcudur, merak etme..

Öder sana onları bu kulüp..

Yeter ki bırak artık peşimizi..

Kötü niyetli olduğun için değil, vallahi inanıyorum, değilsin.

Yapamadığın için..

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin

  1. 💖💖💖💖💖
    Emeğine sağlık yoldaşım🙏

    (Baştan bi “yerim dar” deyip sonrasında koşarak dalmışın pistin ortasina:))😏😏)

    Kendime not olarak yazıyorum:

    “İletişim” ön plana çıkmış tespitlerinde, “Altyapı” önemi vurgulanmış, “planlama, ekonomi, sürdürülebilir yapı vs” gibi konuların nasıl hayati olduğu ve eğer yanlış anlamadıysam taraftarların yani bizlerin mevzuya dair kafa göz yara yara reçeteler çıkarmamızin da “had bilmezlik” olabilecegi ve bunun da tartışma konularına eklenebileceğini belirtmişsin. (Sen tam olarak bunu dememişsen bile ben eklemiş olayım😏, ilginç konu gerçekten. Bazı zararları dokunuyor olabilir)

    En önemli konu da rakiplerimizin Süperman gibi centilmence değil karaktersiz birer o.çocuğu gibi yarismaları galiba:) Bu da birçok mücadele alanı açığa çıkarıyor bize. Bunların da konuşulması gerekiyor değil mi?