içinde

epifiz,iç dökme

insan böyle zamanlarda kıvrım kıvrım oluyor.

Evveliyatında simsiyah uzay boşluğunda elime bir megafon alıp mavi renklı, üstünde beyaz bulutlarla kaplı dünyaya ,kah ananızı avradınızı ,kah sevgili kardeşlerim diye başlayan iç dökmeli ,nasihat dolu konuşmalar yaptığımı hayal ettiğim ve istediğim anlar vardı.Susun ve beni dinleyin,dinlemeniz lazım türünden.

Yaş alınca ve kendimi ,dahi insanları tanıyınca bunun büyük bir ukalalık ve tahayyül ettiğim kadar verimli bir iş olmadığını düşünür hale geldim.Ne bende böyle büyük bir birikim var nede insan denen mahluk bu tarz bir muameleye layık değil.Öyle veya böyle insan gerçekten kıymetli bir varlık.Hadsizlik geliyor bana artık.Evet öfkem kabarıyor evet birçok konuda haklıyım diye düşünüyorum zaman mekan, kargaşa her türlü ikazı haklı çıkaracak boyutta ama insanın sahip olduğu, o andaki değeri itibariyle değil,ulaşabileceği ve tadabileceği değerler açısından  tüm bendeki bunları susturacak derecede aziz bir varlık.Etin  budun ne ki ,ortaya çıkıp bu budur şuda şudur diyeceksin.

Hele yaşadığımız dönem ,öyle bir dönem ki ,öyle bir hal aldı ki bir konuda bir kelam etmek bir şey söyleyebilmek karanlığa taş atmak gibi.Attığın taşın ardından ne geleceğini asla bilemiyorsun.Belki söz söylemek hep böyle birşeydi ben yeni öğreniyorum.Sebeplere girip gereksiz zahmet vermek istemiyorum, binlerce duyum,bilgi ,eğitim ,niyet,kasıt,itibar gösteriş,caka ,lakırdı ,cehalet ,tatmin aile ,çevre vs. var da var ,uzar gider. Herkes bir alemin,feleğin içinde.sen kimsin ki bu samanyolu benzeri  büyüklüğe ,devrana girip merkezim belleyip  laf edecen? 

Bir büyüğümün tarif ettiği üzere ,uçağın kokpitinde alabildiğince fazla sayıda ve karmaşık olan,incecik  kabloların içinde arızayı bulup ,sabırla ve maharetle bir araya getirmek suretiyle iş yapmak gibi ,herhangi bir konuda bile insana hitap böyle bir uzmanlık ve bilgi gerektiriyor.

Sverisson üstad beni az biraz tanır ve gereksiz cıvıklık yapmayacağımı bilir.Dolayısı ile sözlerimi yanlış anlamayacak ve bana inanacak mesafede olduğumuz rahatlığı ile yazıyorum ki,öyle zamanlar yaşıyoruz ki ne söz söylesek ,ne halt etsek ,ne kendimize nede etrafımıza bir halt olmuyor.Kendi yaralarımıza dahi merhem bulamıyoruz.Ne dış dünyada ne de iç dünyada tat tuz yok.Sitenın sakinliği diyeyim, çünkü bence bu da bir doluluk ,geçicidir.Şahsen böyle bir anda makara kukara esas bende şüphe uyandırırdı.Dolayısı ile bu sessizliğe ben bir duruş olarak bakıyorum.Eminim birçok kişi ,içinden yemişim sporu ,yemişim Beşiktaşı diyordur.Zaten böyle değerler taşıdığımız için Beşiktaşlıyız ve böyleyiz.

Bizler muhtaç varlıklarız,maddiyatı geçtim,manevi olarak bir doğruya, sese, selama ,merhabaya,sohbete af edersiniz eşşekler gibi muhtacız.Fıtratımız böyle,gerçekten sevenlerin farkına vardığı üzere,ben daha önceden sevmemişim,tatmamışım dediği gibi hissedince insan olduğumuzu anlayabiliyoruz. (Farkındalık için Lara Fabian -je taime konser  papatya fonlu, George Michael Praying for time -albert hall dinle tekrar tekrar dinle oradaki ruha gir) Buralardaki muazzam birliktelik,hissediş ve haykırıştan sonra ve kimbilir bunlara benzer nice insana dair haz ve amelden sonra (haz ve zevk aynı değildir) bu yaşadığımız dönemler ağzımızda gevelediğimiz saman gibi tad bırakıyor.Ara ara youtube yorumlarına girer ve bakarım,eskiye özlem benim gibi insanların varlığı ,sözleri mutlu eder.2000 doğumlu çocuklar bile görmedikleri 80 lere 90 lara neredeyse ağıt yakıyorlar.İnsan görmediğine ağıt yakar mı ? demek yakıyor ,yaşamadığına özlem bile onu mutlu ediyor.

Nerede eskinin nur yüzlü yaşlıları, hakikaten çocuk olan çocuklar,nerede samimi merhabalar ,5 çayları, ,bakkalın önünde toplanmalar ,büyüklerin eşsiz sohbetleri , deniz kenarları ağaç gölgeleri…nerede bunlar ? Elbette bunlardan haz alan bünyeyi hiçbir obje tatmin edemeyecektir.

Gerisi dolan  oyalan işler.Bu devrin en büyük hırsızlığı bence bizi içimizden koparan bu dış  mekan zenginliği oldu.Dışarısı öyle bir hız ve parlaklıkta ki içerimiz neredeyse yok oldu.Boş adamlarız manasında değil kendimize bakma yoksunluğundan söz ediyorum yanlış anlaşılmasın. dur kendine bir bak ,bir dinle değil mi.? ne ihtiyacım ne yoksunluğum var? arzum muradım ihtiyacım ne ?Nerede okuduğumu unuttum,kızılderililer at üstünde giderken eğer dengin bozulduğunu düşünürlerse,azıcık duralım ruhumuz bize yetişssin derlermiş.Bence büyük laf.

Dolayısı ile bu suskunluğun altının dolu olduğunu düşünüyorum.Herkes atını bir durdursun,kendi deniz kenarını ,ağaç gölgesini bulsun.Her anlama bir yaratmadır ,bir milyon duysak,bir milyon yaşasak eğer  anlamadıysak o bizim değildir,sen ancak bir nakilcisin diyor Sait Başer üstadımız.Anladığını yazmayan da fenerli olsun.

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin

  1. İyi güzel de söylemek istediğim tam da buydu..
    Bir ses duymak, bildik tanıdık yüzlerden gelecek küçük bir sedaya olsun kulak vermek,

    İnsanın yaradılışında yok mudur bu?.
    Cenaze evine gidersin, orada dahi rahmetliyle ilgili kah acı, kah hüzünlü, kah komik üç beş anı paylaşır bazen ağlar; bazen acı acı, bazen yürekten gülersin..

    Tanığı olduğumuz sonu belirsiz yerlere evrilmesi neredeyse kesin olan bu alçaklıklar yıkıyor bizleri zaten..
    Bu depresif ruh halinin hiçbirimize; eşimize, dostumuza, ailemize, kendimize faydası yok, olmayacak..
    Yaşadıklarımızı unutmadan, yüreğimizden çıkartmadan birbirimize yakın durmamızın tek yolu konuşmak, anlatmak, dert yanmak değil mi?

    Bir hayli zamandır elimi çektim televizyondan, haber kanallarından..
    Yezitler sürüsünün beni ve elbette bizleri sürüklemeye çalıştıkları zehirli söylemleri reddediyorum..

    Üretim videolarıyla, teknolojik gelişmelerle, evreni anlatan bilimsel videolarla, eli yüzü düzgün filmlerle oyalanmaya, bu cinnet havasından uzak tutmaya çalışıyorum kendimi..

    Bu arada da dönüp dönüp foruma bakıyorum, ne var ne yok diye..
    Kim ne demiş, kim ne anlatmış diye..
    Ama kimse yok..

    Hani derler ya derin sessizlik çıldırtır insanı diye.
    Doğrudur muhtemelen..

    Evet şimdi, her yer gümbürdüyor be adam, ne sessizliği diye soracak olan çıkar belki,
    Oysa gürültü, sessizlik kadar dokunmaz insana bazen..

    Gelirine giderine baktığım, hesabı kitabıyla ilgilenmek zorunda kaldığım müthiş gürültülü bir iş ortamında bulundum bir vakitler..
    Çevremde yer gök inlerken ciddi ciddi oturup sayfalar boyu kitap okumuşluğum vardı, çok yakın zamanlarda..
    Görenler şaşar, deli midir nedir bu adam diye bakarlardı..
    Oysa o karmaşanın içinde çok sakin, çok rahat, çok huzurlu hissederdim kendimi ben, elimdeki kitabın sayfalarını bir bir çevirirken..

    Herkes bir başka şekilde korur mutlaka kendini, böylesi kırım günlerinde..

    Yavuz Gökmen diye bir yazar vardı, 90’lı yıllarda, eskiler bilir..
    Yakın bir dostunu yitirdiğinde, cenaze töreninin ardından bir kadınla sevişmeye gittiğini yazmış, herkesi şaşırtmıştı..
    Ne diyor bu densiz allak bullak olmuştu ortalık..
    Oysa mazereti başkaydı, kendisine göre,
    Ölümü bu kadar yakından duyduğu bir anın sonrasında yaşama dair bir eylemle kendisini bu duygudan sıyırmaya çalışıyordu..

    Cümlelerin beni alıp bambaşka bir yere götürmesini istemem,
    Anlatmak istediğim de bu değil zaten..

    Bu platforma dahil olduğum ilk andan bugüne kadar yalnızca spor değil, hep bir paylaşım sahası olmasını arzulamıştım buranın zaten..
    Ve doğrusu, Korhan kardeşim, insanı alıp bir yerlere götüren yahut gittiği yerden tutup getiren harika cümlelerinle içime yaşama sevinci verdin bu gece, tam da istediğim gibi..

    İki küçük, bana çok çarpıcı gelen vaka anlatmak isterim,
    İlki, yakın bir dostumuzun genç bir yaşta kendi canına kıyan çocuğuyla ilgili..

    Evlerine gittik eşimle, baş sağlığı için..
    Tabii ki perişandı kadın..
    Bu gibi durumlarda hiçbir şey de söyleyemiyor insan,
    Olsa olsa durup karşıdakinin -o da istiyorsa tabii ki- içini dökmesine vesile olmak ve ona yalnız olmadığını, kaybının yerinin dolması mümkün değilse de bu dünyada henüz sevdiği, kendisini yalnız bırakmayan ve bırakmayacak olan dostlarının olduğunu anlatmak, hissettirebilmek..
    Başka hiçbir şey değil, yalnızca bu..

    Orada öylece üzgün, şaşkın durup dinlerken anneyi, bir ara, onca zamandan sonra dahi aklımdan çıkmayan ve çıkması mümkünsüz olan bir şey söyledi kadın..
    Pencereye çıkmış, çocuk
    Ve her nasıl yaptıysa bu eylemi, hemen anında pişman olup tekrar tutunmak istemiş pencereye
    ve aslında hayata..
    Yapamamış,
    Ama orada tırnaklarının izleri kalmış, düşmeden önce tutunmaya çabaladığı pencerenin pervazında..

    Diğer vakayı kuzenimin kocası anlatmıştı bana..
    Güneyde, bir tatil günü iskeleye gitmiş, balık tutmaya,
    Beton iskelenin üstünde, en uçta, olta sallarken nasıl olduysa düşmüş denize..
    Düştüğü yer derin ve bizim enişte yüzme bilmiyor..
    O çaresizlikte -can havliyle- iskelenin duvarlarına tutunup kendini kurtarmak, daha doğrusu suyun üstünde tutmak isterken betona sürtünen tırnaklarının ters döndüğünü anlatmıştı bana..
    Hala hatırlarım ara ara, dehşetle..

    Çünkü yaratılışla birlikte içimize konmuş en temel duygulardan biridir hayata sarılmak..

    Bazen savaşırsın bu sebeple, yaşama tutunmak için,
    Bazen kaçarsın,
    Bazen de dost bir ses duymak istersin kulaklarında,

    Hepsi bu!..

    Teşekkür ederim Korhan,
    Ne diyebilirim ki başka..